İşte bu futboldu bizim istediğimiz, "Oynadıkça daha iyi olur" dediğimiz. O iki maçta sefilleri oynayan da bu arkadaşlardı. Yazdık, söyledik en hafifinden 'nasılsa kazanırız gafletine kapılmışlar' dedik. Futbol dışı yaşam biraz öne çıkmış gibi eleştiri getirdik. Diyarbakır, Manisa maçlarında ceset gibiydiler. Araya düşen hiçbir topu alamadılar. Bir kere arkaya koşu yapmadılar, ikili mücadelelerin hemen hemen hepsini kaybettiler. O halde sistem olmaz, taktik kurulmaz. Hugo hoca değil, dünya teknik direktörlerinden bir heyet de kursan bir şey fark etmez. "Biz yanılmadık" demek istiyorum. Oynamadı futbolcular. Kendi gerçeğini inkar ettiler. Bu iş hafife almaya gelmez. Etrafa bakıyorum, 'Çift forvet oynadı maçı kazandı' deniyor. Hepsi o kadar mı? Kesin sebep bu mu? O zaman gelecek maç garanti, yine çift forvet ve 3 puan cepte.
Sistemi bireyler işletir Mesele sistem değil. Oyuncular sahada üst üste duracak değiller. Sahayı dolduracak şekilde, alanın önemine göre dizilirler, bunun adı da "sistem" olur. Önemli olan bireylerdir ve onlara yüklenen görevler. Bu görevlerin çok elemanlı olması, rakip savunmayı aşacak ya da hücumlarını önleyecek aklı içinde barındırması gerek. İşte o akıldı Trabzon'a kazandıran. Dilerim hoca kazanmanın sebebini anlamıştır. Birbirini tamamlayan, hareketi akıcı kılan isimlerdi sebep.
El frenleri kulübedeydi Ne Tjikuzu, ne Ceyhun ne de Alanzinho yoktu takımda... El frenlerini devreden çıkarmıştı Trabzon. Yandaki arkadaşına pas vermek için futbol topuna 15 kere değmek zorunda kalanlar kulübede oturuyordu. İşte burası çok önemli. Üç gol duran toptan geldi. Demek ki diriydiler, iyi bakmışlar kendilerine. Diğer goller çabuk hücumla gerçekleşti. Manisa ve Diyarbakır maçlarında bir kere dahi atmadıkları depardan çıktı. Maç maçtan önce kazanılır noktasına geldik yine. O maçlardan sonra 'bu futbol, futbol antrenmanından çıkmaz, başka yerlerde çalışmış bu çocuklar' yazmıştım. Haklı çıkmak güzel...