Bizimkisi şöyle böyle bir dostluk değildi... Temeli, 41 yıl öncesine dayanıyordu. Vedat kaptan, Sanlı kaptan ve ben ayrılmaz üçlüydük... Onlar futbol oynar, ben gazeteci olarak izlerdim. Bizimkisi dostluktan öteye, kardeşliğe dayalı bir ilişkiydi. Vedat'ın içine bir şey doğmuşsa, o kesin gerçekleşirdi. Örneğin, "İlkercim, bu hafta penaltıdan golüm var" demişse, bu bizim için Barbaros Parkı'nda top başında röportaj konusu olurdu. Maç günü penaltıdan golünü atar, ertesi gün "Vedat demişti" diye bana ikinci bir röportaj konusu doğardı. Tanıdığım en teknik stoperdi... Topla defanstan dans eder gibi çıkar, buluşturduğu adam kesin gol pozisyonuna girerdi. 70'li yılların ortalarında futbolu bırakınca adeta boşluğa düşmüş gibiydi. Öyle, teknik adamlıkta falan gözü yoktu. Talimatı ben verdim ve onu zoraki olarak çalıştığım gazetede yorumculuğa başlattım. Aman Allahım... Sular, seller, deryalar gibi akıyordu. Çok geçmeden gazetelerin paylaşamadığı bir yorumcu oldu. Ne derse çıkıyor, neyi konuşsa dinletiyordu. Şıktı, zarifti... Giydiği her şeyi yakıştırırdı. Metin Oktay ile birlikte herkesin sevdiği ender futbolculardan biriydi. Son 4 yıldır, o ve Sanlı kaptanla birlikte TV programı yapıyorduk. Son 4 ay, sadece bir programa gelebilmiş, üç programa telefonla katılabilmişti. Biliyorduk ki, öbür tarafa yaklaşıyordu... Son günlerde hastanede sürekli yanındaydım... Bazen boş bakıyor, tanımıyor; bazen tanıdığını gülümseyerek belli ediyordu. Bugün onu öbür tarafa yolcu edeceğiz. Sanlı ve benim için dayanılmaz onsuz günler başlıyor. Vedat'ın olmadığı bir dünyada yaşamak nasıl olacak bilemiyoruz. Bildiğim bir şey var ki, hep kalbimizde yaşayacak. Rahat uyu kaptan!