Gözlerim sık sık Mustafa Denizli'ye takıldı. İkinci gole kadar kulübe ile saha kenarı arasındaki gidiş gelişlerinde "Ne olur, ne olmaz" endişesi vardı. İkinci golden sonra gülümsediğini gördüm. Bu mimikler işin bittiğini, savaşın sona erdiğini belgeliyordu. Kolay değil. O, bu inanılmaz savaşın komutanıydı. Bir komutanın, sonradan geldiği bir takımda çifte kupayı kazanmasına Türk futbol tarihi ilk kez tanık oluyor. Mustafa hoca çifte kupanın mimarı olmakla kalmadı, Türkiye'nin üç büyük kulübüne şampiyonluk yaşatan ilk teknik adam olarak tarihe geçti. Beşiktaş haftalardır Türkiye'de "Yarı resmi şampiyon" olarak dolaşıyordu. Dün gece bu statü, resmi şampiyonluğa dönüştü. Bir sezonda hem ligi, hem kupayı kazanan bir takım elbette alkışlanır. Hatta alkışlanırken ayağa kalkılır. Çünkü Beşiktaş hocasıyla, futbolcusuyla ve eşi, benzeri olmayan yaratıcı taraftarıyla bunu fazlasıyla hak etti. Çok mu güzel futbol oynadı? Hayır! Ama eğri oturup doğru konuşalım, herkesin kötü futbol oynadığı bir ortamda en azından aslanlar gibi boğuştu, inanılmaz fizik gücüyle bütün rakiplerini ezdi. Dün gece Denizli'nin en ufak bir korkusu yoktu. Düşme işkencesi çekmiyordu, buna rağmen bir şampiyonluğa engel olmak ya da şampiyonu yenmek gibi oynanması gereken en ciddi futbol felsefesiyle sahaya çıktı. Ne var ki Angelov ve Braga gibi ele avuca sığmayan sıra dışı oyuncuları her çıkışlarında adeta duvara çarptılar. Çünkü karşılarında geçilmez bir savunma ve aşılmaz bir Rüştü vardı.
Toraman farklıydı Gökhan Zan ve Sivok kusursuz oynadı. Ekrem bu formayı hak ettiğini bir kez daha herkese kanıtladı. Ernst nasıl bir büyük transfer olduğunu 90 dakika formasını ıslatarak gösterdi. Cisse gibi çok fazla beğenmediğim bir oyuncu bile bunun nasıl bir maç olduğunu bilerek oynadı. İbrahim Toraman'a gelince... Bana göre gecenin yıldızıydı. Savunmada açık vermediği gibi hücumu da destekledi. Attığı gol onu maçın kahramanı yaptı. Şampiyon ve komutanına selam.