Bir kişi çıkmaz Türkiye'de işinin yapılması için dostunu, arkadaşını aramayan bir kişi dahi çıkmaz... Gazetecilerin, kulübün yöneticileri gibi nerelere, ne telefonlar ettiğini biliyorum
Türk futbolu bir kez daha çalkalandı. Kamuoyunda şaşkınlıkla karşılanan kararların ardında bir takım pazarlıkların döndüğü ortaya çıktı. 'Simsar operasyonu' nereye kadar gider? Bu defa bir sonuç alınabilir mi? Şu ana kadar okuduklarım büyük bir anlam taşımıyor. Orada bir adam parayla bir takım işler yapmış olabilir. Onu mahkemeler ortaya çıkaracak. O zaman konuşulabilir ancak. Şu anda tahmin üzerine laf söylemek mümkün değil. Ama bu adamla yapılan konuşmalarda kulüplerin adını bu işin içine karıştıracak bir konuşma tarzına rastlamadım. Bu Türkiye'nin geleneğinde var. Sen Merkez Hakem Komitesi'nin başkanı olsan Bülent olarak ya da Tahkim Komitesi ya da Profesyonel Ceza Kurulu Başkanı olsan. Ben de senin 40 yıllık arkadaşın, ağabeyin Hıncal olarak, Galatasaray yönetiminde olsam, sana telefon ederim. 'Şu işi acele çıkarın, sallanmasın' ya da 'Bu işin iç yüzü öyle değil, böyle. Raporda öyle yazıyor ama sonra futbolcu ile konuştum. İşin iç yüzü böyledir. Bunu da dikkate alın.' Türkiye'de bu tür bir konuşmanın yapılmadığı yer yok. Bu tür konuşmalar zaten gazetelerde de yer alıyor. Adam gazeteye de konuşuyor. Hele orada eşi, dostu, ahbabı, arkadaşı varsa... Türkiye eş, dost ahbap ülkesi... Birisi çıksın desin ki bana 'Ben herhangi bir işim için bürokrasideki, devletteki herhangi bir yakınıma telefon etmedim. Benim hayatımda böyle bir telefon yoktur.'
OPERASYON MODASI 70 milyonluk Türkiye'den bir kişi çıksın ben bu sözlerimi geri alıyorum. Bu bizde var ve bunlar olağan konuşmalar. 'Şu maç seyircisiz oynanacak mı, şu kararı erken verin' gibi konuşmalar her zaman, her an olmaktadır. Bundan sonra da olacaktır. Yani olmasın!.. 'Olmasın' demekle olmuyor. Geçiniz; palavrayı bırakın. Biz gazeteciler olarak nerelere, ne telefon ettiğimizi biliyorum. Hadi bakalım. Bunu eleştiren bütün spor yazarları içerisinde bir tanesi desin ki 'Şimdiye kadar ben hiçbir yere hatır için telefon etmedim.' Desin bakayım. Kulüpler için telefon eden gazetecileri biliyorum ben. Tahkim kurullarına, ceza kurullarına, hakem kurullarına... Kulübün yöneticisi gibi, kulübün amigosu gibi telefon edenleri biliyorum. Bunları geçiniz. Günümüzde pek bir moda bu operasyonlar. Bu operasyonlardan 'spor sayfaları geri kalmasınlar' diye böyle bir şey... Ortada bir tek şey var. Profesyonel Ceza Kurulu'nun başındaki bir insan bulunduğu yeri kullanarak, sağdan soldan bir takım paralar aldıysa bu çok ağır bir suç. Bunun da kararını mahkemeler verecek.
Trabzon maçında İbrahim Toraman, Belediye karşısında Bobo kırmızı kart görüp takımını yalnız bırakan oyuncular arasına eklendi. Son haftalara girilirken Beşiktaş'ta stres mi baş gösterdi? Fazla uzatmaya gerek yok. Sinan Engin'i menajer yapan bir kulüpten ne beklersin!..
Direkt etkiliyor mu? Türkiye'nin en çok sarı kart, kırmızı kart gören takımının Beşiktaş olması, bu takımın menajerinin Sinan Engin olması seni şaşırtmıyor mu?
Sinan Engin de bu aralar bir durulma seziliyor. Eskisi kadar ön plana çıkmıyor. At sahibine göre kişner. Futbolcu cin gibidir. Kenara bakar orada Sinan Engin'i görür, o da Sinan Engin gibi oynar.
Ertuğrul Sağlam'ın bir eksikliği söz konusu bu noktada!.. Beşiktaş'ın içini çözebilmiş değilim. Ne yazık ki Türkiye'de doğru dürüst bir muhabir de yok. Arkadaşlarım alınmasınlar. Büyük kulüpler içinde olup bitenleri ben öğrenemiyorum. Çünkü ya arkadaşlarımız iyi muhabir değil, öğrenip yazamıyorlar ya da o kulüpten haber alabilme uğruna, bazı şeyleri bildikleri halde yazamıyorlar. 'Kendilerine yasak konmasın, yöneticiler selam sabahı kesmesin' diye. Çünkü Türkiye'de böyle yöneticiler var. İki satır eleştiri yazdığım için benim hakkımda yayınlanan eleştirileri düşün. Benim umrumda değil. Ne Aziz Yıldırım'ın, ne Yıldırım Demirören'in kopardığı kıyametler benim umrumda değil ama gencecik bir muhabir bunları göze alamaz. Şimdi Beşiktaş'ta Ertuğrul ne derece güçlü, ne derece etkili bilemem. Kulübü Yıldırım Demirören'in yönettiğini dahi bilemiyorum. Çünkü herkes 'Babası Erdoğan Demirören yönetiyor' diyor. Yıldırım Demirören orada oturuyor. Babası nerede isterse orada oturuyor. 'Locada otur' derse locada, 'Tribünde otur' diyorsa tribünde oturuyor. Öyle diyorlar bana. Sinan Engin niye geldi? Yıldırım Demirören'in canına okuyan adam değil mi? Kıyametleri koparan adam değil mi? Kim getirdi!.. Yıldırım getirmedi herhalde... Ben de getirmedim. Sinan Engin, Galatasaray'daki Adnan Sezgin değil. Bütün ipler Kalli'nin elinde biliyor herkes. Fenerbahçe'de bütün ipler Zico'nun elinde. Fener'in menajeri kim!.. Ortaköy'e çık, 50 kişiye sor. Birçoğu Fenerbahçe'nin menajerini tanımaz ama Beşiktaş'ta Sinan Engin, Ertuğrul Sağlam'ın yanında maça, hakemlere müdahale eden adam görüntüsünde. 'Şunu sok, bunu çıkart' demediği ne malum... Bilemiyorum. Ama bu merak ettiğim soruların cevabını herhangi bir Beşiktaş sayfasında göremiyorum. Bir Beşiktaş muhabiri 'Beşiktaş'ın iç yüzü şu' diye yazamıyor.
CHELSEA'YE YAKIŞIR Avrupa Şampiyonası için geri sayım sürerken, Türkiye, deplasmanda Belarus ile bir hazırlık maçı oynayacak. Kısa bir süre kala takımın durumunu nasıl görüyorsunuz? Ben Fatih Terim'den çok daha başka şeyler bekliyordum. Ortada hâlâ Fatih Terim'in imzası yok benim için. Geçmişteki karmaşa devam ediyor. Kim oynar, nasıl oynar gerçekten bilemiyorum. Fatih Terim'in Chelsea ile adı geçiyor mesela. Yüzde yüz hak edilmiş bir mevkii bana sorarsanız. Chelsea'yi çok rahat yönetebilecek bir hoca ama Türkiye'deki işi çok yanlış tuttu başından beri. Yanlış bir ekip ile işe başladı. Kendi takımını kuramadı. Bab-ı Ali'nin fevkalade etkisinde kaldı. Hakan Şükür'e hiç oynamadığı, döküldüğü bir dönemde, Malta maçında forma veren Fatih Terim'in şimdi böyle bir dönemde Bab-ı Ali'nin 'Aman bana bulaşmasınlar da ben onların dediğini yapıyorum' havasına girmesini de anlayamıyorum. Anlamakta da çok büyük güçlükler çekiyorum. Oysa Avrupa futbolunda büyük gerileme var. İyi bir Fatih Terim'in takımı bu Avrupa Şampiyonası'ndan şampiyon dahi dönebilirdi. Şimdi bilemiyorum.