Bakın Avrupa'nın önemli liglerinin liderlerinin yediği gol sayılarına. Yani İngiltere, İspanya, Almanya, İtalya, Fransa, Hollanda, Belçika, Portekiz, Yunanistan lig liderlerine. Tümünün maç başına 1 golden daha az gol yediğini görürsünüz. Sadece Fenerbahçe maç başına tam 1 gol yemesine rağmen, yani tüm bu takımların içinde en fazla gol yiyen takım olmasına rağmen lider oldu. Peki nasıl oldu bu iş? Yani, az gol yemek neden Türkiye'de lider olmak için yetmedi? Başka hangi faktörler var? Gelin inceleyelim...
Az gol yemek mi? Az maçta gol yemek mi? Az gol yiyen takımlar liglerin lideri midir? Az gol yemek lider olmak için yeterli midir? Sadece defans yapmak bir takımı kurtarır mı ? Bu sorular çok sorulur. Herkes kendine göre bir cevap verir. Ama gelin yine araştırarak gidelim ve bakalım Avrupa ve dünyada durum ne? 1. Tabloda gördüğünüz gibi aslında önemli olan az gol yemek değil, fazla sayıda maçta gol yememek. Yani 11 maç yapıp, 1 maçta 10 gol yiyip sonra 10 maçta hiçbir gol yemeyen takım, bu maçların 9'unda 1'er gol yiyip, yediği 9 golle daha az gol yemiş gibi gözüken takımdan daha başarılı oluyor. 2. Ama burada bir önemli noktada, gol yemediğiniz maçlardan 3 puanı çıkarabilmek. Örneğin Köln ve Beşiktaş az sayıda maçta gol yemelerine rağmen bu maçlarda gol atıp, 3 puanı çıkaramayınca, puanları kaybetmiş ve üst sıraları kapamamışlar. Bir diğer yanlış bilinen nokta ise az gol yiyenin lider olacağı. Aşağıdaki 2. tabloda gördüğünüz gibi. Az gol yemelerine rağmen kırmızı ile gösterilen tam 5 ligde, o az gol yiyen takımlar lider olamamış. Çünkü lider olmak için sadece az gol yemek yetmiyor, bir de rakip kalelere ziyaret zorunluluğu var. Özellikle Beşiktaş'ın dikkatine sunulur. Peki, averajı G.Saray'dan daha kötü olan, ligin en az yiyeni ve en çok atanı olmayan Fener nasıl lider oldu? İşte başarı da burada yatıyor. Bir maçta çok gol atıp sonra yatacağına, her maça ve doğru bir şekilde böldü sarı-lacivertli takım gollerini. 9 maçını tek farkla kazanmayı bildi, liderlik de böylece geldi. Lider olmak isteyen herkesin dikkatine sunulur. Güiza'yı beğenenler neden beğeniyor? Bir ara ne modaydı; ''hedef santrfor!''. Hakan Şükür, Koller, Zickler, Polster, tipinde uzun ve de kafalarına göndereceğiniz topu sağa sola indirerek, arkadan gelen adamlara pozisyon yaratan santrfor tipiydi bu. Ama zaman ilerledikçe, önde statik kalan bu adamların takımın gol girişimi çeşitliliğini azalttığı görülmeye başladı. Nitekim Hakan Şükür, uzun boyunun dışında, ön alanda pres yaparak ve takım oyununa katkı da bulunarak bu sıfattan sıyrılmayı çoğunlukla bildi. Günümüz santrforlarında boy konusunda gene sıkıntı yok. Aşağıda liglerinde lider olan takımların santrforlarını ve boylarını görüyorsunuz. Hemen tümü 1.80 üzeri ve çoğu 1.85'ten uzun. Ama hareketli, sürekli sağa sola deplase olan, verkaç yapan, orta yapan, pres uygulayan, santrforlar bunlar. Oyun alanının 3 numaralı bölgesinde 20 metrekare alanın içine tıkılmayan, gezen adamlar. Onlar sayesinde futbol daha güzel bir hale geldi. İşte bu tür hareketli adamlar nedeni ile Türkiye'de hangi teknik adama sorsam Güiza'yı beğeniyor. Gol kaçırmasına, kısır sayılarda kalmasına rağmen "kolektif oyuna katkısı nedeni ile" Güiza teknik adamların inandığı bir topçu oluyor. Değişen futbol yapısının sinyallerini veriyor aslında bu beğeniler.... Teknik adamlar Güiza tarzındaki futbolcuların her an oyunun kaderini değiştiribileceğine inanıyor. Ayrıca bu tür hareketli oyuncular rakip takımın defans kurgusunu alt üst edebiliyor.