Türkiye, uluslararası organizasyonlar tarihinde finallere hiç grup lideri olarak katılamadı. Dünya Kupası'na iki kez gittik. 1954'te Franco'nun attığı madeni parayla yazı-turayla, 2002'de Avusturya baraj maçlarıyla vizeyi aldık. Avrupa Şampiyonası'na üç kez gittik. 1996'da statü değiştiği için grup ikincisi olarak doğrudan katıldık. 2000'e İrlanda baraj maçlarıyla katıldık. 2008'e de yine grup ikincisi olarak gittik. Yani Milli Takım'a gönül gözünün yanı sıra mantık gözüyle de bakmak gerekiyor. Türkiye; maalesef 1. kategori takımı olamıyor. Buna karşın 90'ların ilk yarısındaki gibi 4., 5. kategori bir takım da değil. Ve çıkışın başlangıcındaki adamla, bugün inişin başındaki adam aynı...
Fatih Terim yeni bir jenerasyon yaratmak istedi. Patlamaları olan, agresif, ne yapacağı kestirilemeyen bir ekip yaratmaya çalıştı. Ancak olmadı, tutmadı. Bu sonuçta şüphesiz kendi hataları da vardı. Sonrasında doğal olanı yaptı, sorumluluğu üstlendi, bir sonraki mücadele sürecine kadar çekildi. Bugünkü tabloya bakınca insan üzülüyor. Avrupa'nın ekonomik anlamda 6. büyük futbol ülkesi olarak Avrupa'yı temsilen Güney Afrika'ya gidememek gerçekten acı bir durum. Uluslararası organizasyonlarda bir var, bir yok olmak, mehter adımları atmak daha da kötü ayrıca. Zülfi Livaneli'nin "Kardeşlerim bakmayın sarı saçlı olduğuma, ben aslında Asyalı'yım, Afrikalı'yım" şarkısı eşliğinde araya kaynayabilsek keşke!... Bu acıyı yeniden yaşamamak için yeniden "sihirli değnekli yabancı" avına çıktı yöneticilerimiz. Ne diyelim, haydi hayırlısı...