Assos'tan Baba Burnu'na giderken 'Sokakağzı' diye minik bir yerleşim vardır. Oranın balıkçılarının bazıları senede bir kez motor çalıştırırlar. Midilli ile aralarındaki deniz koridorundan ne çipuralar, levrekler, sinaritler, barbunlar, sardalyalar, uskumrular geçer de, yüzüne bakmazlar. Onlar için balık, 'kılıç'tır. Bir bereketli av, bütün seneyi kurtarır çünkü. Hıncal Uluç da bizim köyün Sokakağzı balıkçısı. Büyük balığı kovalar sadece. Allah için, zamanı geldiğinde de kılıç balığını çeker tekneye. Bu sezon da öyle yaptı. Sardalyeyle, papalinayla uğraşan köyün diğer balıkçılarına bol bol güldü içinden, bekledi, bekledi, 2.5 ay sonra da büyük balığı çekti. Hıncal abi sağ olsun, Sabah gazetesindeki köşesinde tam sayfa döşemiş bize. Galatasaray'ın çok yakında patlayacağı öngörüsünde bulunmuş, benim bardağın dolu yarısını vurgulayan yazımı konu yapıp, ne yabancı hayranlığımızı bırakmış, ne de gazetemizi bile okumadığımızı. Hıncal abinin attığı futbol zarları düşeş geldi pazar günü. Galatasaray, "beklenen" tokadı Ankara'da yedi. Diyecek bir şey yok, düşeş atanın eli öpülür. Bize düşen de tavlayı koltuğumuzun altına alıp bir diğer maçı beklemek (mi acaba?). Ustamıza bir-iki küçük itirazımız var. Galatasaray'ın eksiklerini bizler de yazdık. Takımın yeteri kadar tempolu oynamadığını... Hücum organizasyonlarının Arda'ya bağımlı kaldığını... Bırakın defanstan oyun kurmayı, orta alanın bile oyun kuramadığını... Savunmanın zayıf olduğunu vs... Bakan ve gören herkes gibi yazdık... Peki Rijkaard bunu görmüyor mu? Bırakın B planının olmamasını, V, Y, Z planı hatta alfabemize yakında girmesi muhtemel Q, W, X planı bile vardır. Olması gerekir. Ama adam, inandığı sistemi oturtmadan taşlarla oynamak istemiyor. Bir maçı değil, bir sezonu kurtarmaya çalışıyor. Tabii ki sorunları da var, elinde sihirli değnek olmadığı için. Top önüne gelince pimi çekilmiş bomba bulmuş gibi panikleyen Mustafa'yla, kendini Süpermen zannetmeye başlayan Servet'le, ne sol bekte ne de stoperde dikiş tutturamayan Balta'yla, bu sezon soyadına dönen Topal'la, boş kaleye son vuruşu yapamayan Baros'la, Nonda'yla, çalım atmayı maç kazanmak zanneden Arda'yla işi kolay değil. Ama onlara da bir sistemin parçası olmayı öğretecektir. Öğretmelidir. Bir de hakem kıyımlarıyla uğraşıyor Galatasaray. Kasımpaşa'da Ali Güneş kaleciliğe soyunduğunda, Ankaragücü maçında Elyasa, Nonda'yı ceza alanı içinde bariz bir şekilde düşürdüğünde hakemlerin gözüne perde inmişti nedense. Ayrıca bir de şanssızlık var. Ankaragücü maçında Baros, Nonda ve Arda net pozisyonları cömertçe harcamasa biçerdöverler böylesine acımasızca Rijkaard'a doğru gider miydi acaba? O tatile geldi, bu rakıyı dikti, öbürü güneşi sevdi diyor Hıncal abi. İyi de kim çalıştırsın bu takımları? Rijkaard'ın da üstünde kaç teknik adam var uluslararası arenada? Rijkaard'a da, Gordon Milne gibi, Derwall gibi, Ferguson gibi zaman tanımak gerekmez mi? Hıncal abi, çoğu zaman kamuoyunun bir adım önünde. Olacakları önceden kestirebiliyor. Ama bazen yaptığı trolcülük, futbol denizimize 'ne yarar getiriyor' diye düşünüyor mu acaba? Galatasaray'ın yiyeceği/yediği tokat üzerinden gidersek, beş kardeşi Galatasaray kadar hissettik yazdığı yazı sayesinde, sağolsun. Hem de Beşparmak Dağları'na kadar gerilip gelmişçesine. Mesleki ustamızın vurduğu yerde gül biter de, bu sayılmaz ama... Sezon uzun bir maratondur. Ve ilk fırtınada, fırtına bile değil ilk sert rüzgarda kaptana 'kılıç' çekmek bence haksızlık olur. Kaptanın iyisi fırtına bittiğinde belli olur ve limana da daha çok yolu var.