Daha maçın başında Kazım'ın çok temiz şekilde rakibinden çaldığı top Fenerbahçe adına golün müjdesi haline getirmişken, İsveçli hakem Daniel Stalhammar'ın "faul" gerekçesiyle "hakim"e yakışmayan bir tavır sergilemesi, Christoph Daum ve öğrencileri adına geçenin ne denli zorlu geçeceğinin ilk işaretiydi adeta. Daha ilk yarım saat dolmadan, beklenmedik şekilde Deniz de sakatlanıp, ilk oyuncu değişikliği çok erken bir anda gerçekleşince, maçın zorluk derecesi kendiliğinden ortaya çıktı. Zaten öyle de oldu. Tamam, kadro kalitesinden hareketle, Sion'un sarı-lacivertlilere rakip olması mümkün olmadığını düşünüyorduk çoğumuz. Ama, Alex'in yokluğu da bas-bas bağırıyordu işte ne yazık ki.
Bu takımla övünün Misal, Sion'un hesap-kitapsız gelişleri "fatura"ya dönüşmüyordu, onca kontra şansı yakalanmışken. Ya da final paslarında sıkıntı yaşanıyordu, Emre'nin hırsı ve çabası gerekli takviyeden yoksun kalıyordu. Daha açık bir deyişle Alex'in yokluğu iyiden iyiye kendini hissettiriyor, Güiza'nın koşu yoluna gereken toplar atılamadığı için de İspanyol yıldız kapasitesinin hayli uzağında kalıyordu. Yani Fenerbahçe, bir bakıma sahadaki zekası anlamına gelen Brezilyalı yıldızın eksikliğini yaşıyordu organize olmakta ve karakterini sahaya yaymakta. Üstelik inkar edilemez bir şekilde. Ama Alexsizliğe rağmen, ilk yarıyı 1-0 önde kapatan sarı-lacivertliler, ikinci yarıda da farka gidecek pozisyonlar bulabildiler. Güza ve Emre'nin şansızlığı da diyebilirsiniz, Sion'un şansı da kaçan gollere. Ancak, bir maçı kazanmak için gerekli olanları yaptığınızda, şanssızlığınız veya rakibin şanslı olması bile sonucu değiştiremiyor. Tıpkı kaliteli kadronuz olduğunda Alex'in yokluğunun sizi amacızdan uzaklaştıramayacağı gibi... Güiza gol atmadı belki, ama ilk golde Santos'a verdiği göğüs pası üç gole bedeldi. Alex, Bilica yoktu ama Deniz veya Önder de onlardan aşağı kalmadılar. Gördüğünüz ve ısrarla söylediğim gibi, bu Fenerbahçe'yle övünmelisiniz. Çünkü, bunun için bir hayli nedeniniz var.