İşin yoksa şahit, paran çoksa kefil ol' diye bir söz var ülkemizde. Kendi payıma, özellikle kefaletin parayla ilgisi olduğuna inanmadım, inanmıyorum. Aksine bunun insana güven veya yoğun bir kirlenmeye karşın insan kalabilmekle alakalı olduğunu düşünüyorum. Neyse, uzatmayayım. Yıl 1992'ydi. 12 yıllık arkadaşıma kefil olmuştum ve kefaletimin bedelini arabamı satarak ödemiştim. Zaten bir daha da araba alacak gücüm olmadı ve maalesef o arkadaşım da hâlâ beni aramış değil. Ama gene de iyiye 'iyi' ve güzele 'güzel' demekten alıkoyamıyorum kendimi hâlâ. Kim bilir, ikinci Daum dönemiyle birlikte, Fenerbahçe'nin güzelleştiğini söylememenin ana nedeni belki de bu yapımdır. Dolayısıyla, yanılmaktan korkmadan bu sezonki takıma inandım, gerekçelerimden ötürü de bunu haftalar önce ilan ettim, sizin de bildiğiniz gibi.
İnançlı ve azimliler Düş kırıklığı yaşar mıyım, bilemiyorum. Hiç önemli değil. Olsun, kefaletten ağır bedel ödemiş biri olarak gene de kefil oluyorum Daum ve öğrencilerine, Türkcell Süper Ligi adına. Çünkü geçen sezonki ile bu yılki Fenerbahçe'nin arasındaki fark (bu sezon adına) siyahla beyaz kadar. Geçen sezonki inançsızlığın, güçsüzlüğün, sorumsuzluk ve çaresizliğin yerinde, bu sezon inanç, sorumluluk, direnç ve azim gülümsüyor sarı-lacivertli takım adına. Mesela geçen sezon bloklar arasındaki alanda koyun-keçi sürüsü otluyordu adeta. Yada, çoğunlukla yabancı kuvvetlerce esir alınmış askeri oynuyordu Güiza ve arkadaşlarının kılı bile kıpırdamıyordu, Aragonesli günlerde. Oysa bu sene komşu mahalledeki arkadaşlarıyla iddialı bir maç yapar gibi sahipleniyorlar birbirlerini Sarı Lacivertliler. İdeal kadrodan Emre, Carlos, Gökhan ve Kazım yokmuş, Mehmet Topuz, Özer, Semih gibi değerli futbolcular hazır değilmiş veya daha ilk yarıda Bilica kırmızı kart görmüş, fark etmiyor. Ne panik, ne kaytarmak, ne ilk maçta alınan farklı galibiyetten ötürü bir rehavet, nede yorulmak kitabında yok bu Fenerbahçe'nin.