Tuncay Fener'den nefret mi ediyor? Portekiz maçı sonrası konferansta performansıyla ilgili değerlendirme yaparken Tuncay'ı onere etmek için Fener'deki yıllarına atıfta bulundum. Garip şekilde kızdı ve "Ben artık Fenerbahçe'de oynamıyorum!" dedi
Avrupa şampiyonası ve öncesinde hazırlık maçları dahil üç ülke, 11 şehirde tanıdığımız birbirinden güzel insanlar, bir yandan memleket özlemini azaltırken, öte yandan gurbetteki bir aylık yaşamı bizim için kolaylaştırıyordu. Özellikle Viyana'da tanıdığım yeni dostlar gerçekten çok özel insanlardı. Havaalanından bindiğim taksinin şoförü otelimi bul(a)mamakta ısrar edince "Kral Kebap" tabelasının önünde durdum. Karşımda tam bir Anadolu insanı olan Bekir ağa var. Viyana'nın kralı gibi oturuyor aliminyum sandelyenin üzerinde. Ne yapacağını, nasıl yardımcı olacağını şaşırıyor. Sonra eşiyle tanışıyoruz, ona keza.
Bir de oğulları binbaşı İmdat var, tatile gelmiş Viyana'ya. O da kendini parçaladı benim için. Misal, İspanya kampına gideceğim ama bizim ekibe uzağım. Bendeki İngilizce ile Aragones'inkini toplasak tarzanca olur anca! "Bana birkaç dili iyi bilen biri lazım" diyorum iki saat sonra binbaşı İmdat kardeşim yetişiyor imdada. "Bir yabancı dil öğretmeni buldum" seni bekliyor diyor. Bulduğu tercüman Nail bey. Nail Keçeci ama bu sizin bildiğiniz değil, sadece isim benzerliği var. Nail bey Adıyamanlı. O da aynen Anadolu'nun bağrından kopup gelmiş. Osmanlı'nın Viyana'dan döndüğü kapıda yani Schottennor'dayım. 200 metre aşağıdaki İspanya'nın kaldığı Hilton Plaza'ya gidiyoruz. Bin bir çaba sonucu, Marco Otero (İspanyol takımına danışmanlık yapıyor asıl görevi Basel alt yapısında. Bana Beşiktaşlı Muhammed'i sorması üzerine az kalsın küçük dilimi yutacaktım) ile tanışıyoruz, Marco da bizi Aragones'in asistanına götürüyor. Yaklaşık üç saat sürüyor bu trafik. Sonunda asistan hanımı ikna ediyoruz. Geniş kapsamlı yedi soru (içinden 17 soru çıkar) yazıyorum bir kağıda. Final maçı sonrası Aragones'ten cevapları alıp maille bana göndereceğini söylüyor. Geriye kalan tek şey, on dakikalık bir randevu. ARAGONES'LE DONDURMA YEDİK AMA! Asistan hanım ayarlayabilirse, kısa bir sohbet yapıp ropörtaj fotoğrafı çekeceğiz, asıl merak ettiklerimizin cevabı ise maille gelecek. Otelin önünde bekliyoruz, yanımda dünya tatlısı 14 yaşındaki Galip var. Futbol aşığı Fenerbahçeli bu genç adam tüm futbolculardan imza alıyor. Tabii Aragones'ten de alacak. Biz beklerken İspanyol hoca, ertesi günkü finalin stresini hiç yaşamaz gibi çıkıp caddenin karşısındaki dondurmacıya giriyor. Elbette Galip ve ben de peşinden. Galip'in bir resmini çekiyorum. Kendimi tanıtıp resim konusunu orada halletmeyi teklif ediyoruz, "Şimdi sadece İspanya var başka zaman!" diyor ve kesinlikle taviz vermiyor. Sonuç olarak bizim fotoğraf işi final maç sonrasına kalıyor. Gecenin 1'inde ver elini Viyana havaalanı dedim, keşke demez olaydım! Kan ter içinde havaalanı girişine geldiğimde başka bir darbe yedim! İspanya özel uçakla gidiyordu ve o bölüme girmek yasaktı. Açık söyleyeyim bu olay bana İspanyol gazetecilerin Aragones'i neden sevmediklerini çok net şekilde anlatmış oldu. Hoş, Aragones de onlara bayılmıyor ya... Biz haber konusunda böyle terlerken zorlu turnuvada Milli Takım nasıl böyle başarılı oldu derseniz ona da farklı bir pencereden cevap vermek isterim.
FUTBOL DIŞI BiR ŞEY VAR MI BU TAKIMDA? İsterseniz, şu Hırvat teknik direktör Blic'in "Futbol dışı bir şey var bu takımda" dediği konuyla başlayalım. Onlara göre sihir vardı bu işin içinde, bize göre dua vardı. Üstelik bu dua konusu ilk günden itibaren gündemdeydi ama farklı şekilde... Bu nedenle, Portekiz maçı öncesi Terim'e sorduğum soru aldığımız her galibiyetin ardından tekrar aklıma geldi, Çek Cumhuriyeti ve Hırvat zaferlerimizden sonra belki onun da aklına gelmiştir.
MÜSLÜMAN OLARAK NE YAPTINIZ! Peki neydi o soru? Portekizli meslektaşım tarafından Scolari'ye sorulan benzerini hatırlatıp Terim'e, "Teknik adam olarak yaptığınız her şey dışında bir Müslüman olarak bu turnuva için neler yaptınız?" dedim. Scolari bu soruya "Bütün azizlere adak adadım, fatimanın 8 heykelini aldım" şeklinde cevap vermişti. Terim ise "Bir şey yapmadım" demişti. Ben Portekiz elendiği, bizim ise şansın sınırlarını zorlayan şekilde kazandığımız maçlar sonrasında hep bu iki cevabı düşündüm. Scolari'nin adaklarını, fatimanın heykellerini ve hiçbir şey yapmadım (!) diyen Terim'i.
SCOLARi'NiN ADAKLARI iŞE YARAMADI! Terim belki de gerçekten unuttu ve dua falan etmedi. Ancak 70 milyon etti bunu hepimiz biliyoruz. Rakiplerimize "Bu takımda futbol dışı bir şey var" dedirten de o dualardı. Bunu söylerken sahada 90 yerine göre 120 dakika ter akıtan, penaltılarda müthiş bir soğukkanlılık gösteren, inadına direnen ve teslim olmayan futbolcularımızın emeklerini küçümsemek aklımın ucundan bile geçmiyor bunun bilinmesini istiyorum. Söylemek istediğim şu; emekler olmasa sadece dua yetmezdi elbet ama dualar olmasa o emekler de yetmezdi! Bence büyük zaferin bir parçası bu dualardır. Öte yandan Terim medyanın bir bölümüyle kavgalıydı ve bu futbolculara da yansımıştı. Maç sonlarında mixzone da Türk gazetecilere konuşmamayı maharet sayan başta Volkan ve Tuncay olmak üzere bazı oyuncular tek kelimeyle bu kavganın şiddetli tarafıydılar. Öyle ki en basit soruları dahi yanlış anlamaları işten değildi. Bunun kanıtı da Tuncay'la yaşadığımız diyalog oldu. Hazırlık maçlarında en beğendiğim futbolcuydu. Portekiz maçı sonrasındaki bir basın toplantısında bunu vurguladım. "Hazırlık maçlarında Fenerbahçe'deki günlerini hatırlattın. Buna karşılık Portekiz maçında kötüydün. Sebebi nedir hazırlık maçlarının daha stressiz olması mı?" diye sordum. Sevgili kardeşim, Avrupa görmüş (!) Tuncay söze şöyle başladı: Bi defa ben artık Fenerbahçe'de oynamıyorum! Bilmem başka söze gerek var mı? Bu, benim o ana kadar en beğendiğim ve onore ederek soru yönelttiğim milli oyuncunun tavrı. Bilmiyorum bu ruh hali miydi futbolcuları hırslandıran? Ama dikkatimi çeken gördüğümüz kartların çokluğuydu. Evet bir başka bakışla futbol dışı faktörleri anlatmaya çalıştım sizlere. Her şekilde heyecanlı, stresli bir şampiyona yaşadık. Bu Avrupa üçüncülüğü her şekilde zor şartlar altında geldi. Bundan sonraki zaferlerin çok daha kolay olması dileğiyle. Kimbilir, belki bir gün o da olur.