Altyapı 'imalatıdır' bildiğiniz gibi Semih. Sakalı çıkmamışken geldiği Fenerbahçe'de 30'una merdiven dayadı. Mustafa Denizli, Lorant, Oğuz Çetin, Tamer Güney, Daum, Zico, Aragones. Yani 7 değişik hocayla çalıştığı halde, takımın ilk santrforu olamamış, bir başka deyişle birinci sınıf golcü olduğuna 7 hocadan hiçbirini inandıramamış. Buna rağmen, Fenerbahçe taraftarı onu bağrına basmış, medya her fırsatta kendisine sahip çıkmış, Fenerbahçe kulübü ise maddi ve manevi açıdan hak ettiğinden fazlasını vererek müthiş bir 'vefa' örneği sergilemiş. İşte bu Semih, Beşiktaş ve Galatasaray başta olmak üzere çoğu kulübümüzün sürekli oynayan futbolcularının büyük bölümünün bile kazanamadığı parayı doğru dürüst oynamadan kazandığını unutarak, Fenerbahçe'yi futbol federasyonuna şikayet etti geçtiğimiz günlerde.
"Takım ruhu" mu? Hayır, demokrasinin olduğu yerde, her birey hoşnut olmadığı duruma itiraz edebilir. Dolayısıyla bu konuya değinmemin ana nedeni Semih değildir. Aksine buradan yola çıkarak "Altyapıdan gelen futbolcu olmadan, Fenerbahçe ruhu yakalanamaz" diyen dostların geçmişle günümüz arasındaki o müthiş değişimi (ya da değer erozyonunu) ne denli saf duygularla atladıklarına parmak basmaktır. "Paranın dini, milliyeti ve ülkesi yoktur" denir. Dolayısıyla 'Profesyonellik' de para demek olduğuna göre, Semih'i kınamak pek gerçekçi olmaz. Ama en az o kadar gerçekçi olmayan bir diğer şey de 'profesyonellik' adı altında ekmek parası kazanan kimi medya mensuplarının, yargı ve değerlerin endüstriyel futbolla birlikte yaşadığı nitel dönüşümü görmezden gelmesidir. O halde Semih'e kızmak yerine, çağın gerçeklerini kavramanın ve ona göre davranmanın zamanıdır. Dün Tuncay ve Aurelio, bugün Semih, yarın da bir başkası aynı şeyi yapacaktır. O nedenle "Takım ruhu" denen şeyin de 'yerli' veya 'yabancı' oyuncuyla alakalı olmadığını, aksine bilimsel ve uzun vadeli yatırım ve çalışmaların ürünü olduğunu kabul edelim. İçimizi çok ama çok acıtsa da.