Arap benim uğurum oldu artık. Bütün Galatasaray maçlarını onunla izliyorum. Keita'nın yaptıklarını görünce şöyle dedi yerinde şöyle bir kıpırdayıp mutedil; "Sana bakmak Allah'a inanmaktır!" 'Seni sevmek değil miydi o?' dedim. Ortamı saran gök gürültüsünden anlayabildiğim kadarıyla yüzüme bakıp şöyle dedi: "Ah be kardeşim!" İlk yarı bitene kadar konuşmadık bir daha. Sonra ben hastası olduğum o adamın; Kewell'ın neden bu kadroda olmadığını sordum. Ortaya sordum öylesine... Arap yine huysuzlandı ve "Sonradan bitirecek işi!" dedi. Bunu nereden biliyor nasıl hissediyor anlamıyordum ama bildiğim bir şey var; Arap Kızılderililer gibi bir hissiyat kurmuş takımla arasında. Tezahürat yapmıyor ama yaparmış gibi hissediyorsunuz o yanınızdayken, heyecan yapmıyor ama heyecanın tillahını yaşıyorsunuz. Keita o frikik golünü atığında dönüp yine şöyle dedi: "O topun geçeceği tek yer orasıydı!" Evet, Galatasaray Avrupa yürüyüşünü böyle taçlandırıyordu aslında. Hissiyat köprüleri var taraftarı, forması, tarihiyle takımı arasında... Seçim ona göre yapılmış. Transfer ona göre yapılmış, yerli yerinde her şey. Beni o döneme çok bakmakla suçluyorlar ama evet Hagi'li takımın bir adım önüne geçecek böyle giderse bu ekip. Atılan goller için konuşmak, işte tüm bu mevzu ettiğimiz şeyleri ayrıntılandırmak anlamına geliyor sarı- kırmızılı armada için. Ben hep dediğimdeyim; bir maçtan çok bir yaşam kurgusu Galatasaray'ın karşılaşmaları. Teknik kadrosu ve sahadaki takımıyla... Bir yaşam kurgusu...