Dün dediklerimden başlayalım; 'Hayat futbola benzer! Fena halde!' Mağlubiyet, galibiyet, arkadaşlık, paylaşım ve hatta ihanet anlarının yalıcılığı. Hepsi ama hepsi aynı anda yaşanır bir futbol maçında... Bu kadar iyi niyetli ve yürek topçuların bir arada bulunduğu bir dönem az bulunur. Beceriksizlik ya da yeteneksizlik olabilir bir maçı kaybetmenin nedeni ama 'gaflet ve delalet' olamaz ve hatta hiyanet. Çünkü bu gökdenizin yüzü kızarır marşlarda dahi olsa. Önce yaralılarının zamansız bir şekilde kadroda olamayışlarına ardından Sanctis'in beceriksiz yer tutuşlarına sonunda da Lincoln'un 'gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde' oluşuna yenildi Galatasaray. Kewell -ne onurlu ne dürüst adammış- vakarla savaştı. Ayhan ve Barış ne gerekiyorsa onu yaptılar. Arda hele oyunun 80'lere geldiği zamanlarda öyle koştu ki ciğerleri patlayacak zannettik. Bir tek Lincoln yoktu sahada. O sakar delikanlı -Sabri- bile turu gertiren adam olmak için çırpındı durdu.
Kurgulanmış dilimler Bir ekibin kazanma ihtimali o gün sahaya çıkan ekibin dirayetine bağlıdır çoğunlukla. Talihsizlik ise futbolun vaka- i adiyesindendir. Sıradan olayların çok olduğu bir maçta olağandışı bir şey aradı Turuncular. Kurulmuş ve düzenlenmiş olanın daha göründüğü bir ilk onbeş dakika var ki 'çözecekleri problemin başına oturmuştu' Almanlar. Olmadı bu kez. Maçı bir futbol maçı olmaktan öte bir şey olarak görmüş futbol dışı etkenlerin ama futbola referans olacak etkenlerin devreye girmesini beklemiştim. Beklentim gerçekleşmedi. Zaten değil mi ki turnuvalar böyle beklentilerin değil iyi kurgulanmış zaman dilimlerinin işlediği kapışmalara sahne olur. Nitekim olan buydu. Buraya kadar bu dirayetle gelen bir ekibi alkışlamaktan başka yapacak bir şey yok. Turuncular bir imkansızı gerçekleştirmeye çalıştılar ama olmadı. Bir başka bahara kaldı vuslat... Hüzünle...