Şöyle bir şey olmuş: Tribünler dolmuş. Pankartlar sarı-kırmızı bir çiçek bahçesine döndürmüşler Ali Sami Yen'i. 1 numaralı üye memnun. Maç saatini bekliyor herkes. Cesur yürek, kadroyu okuyor. Tahtaya ismi yazılanlar hazırlıklarına başlıyor. Hepsinin eli yüreğinde. Stadyuma doğru hareket ediyorlar. Suskunlar. Rakiple bir kez kapışmışlar ama biraz eşitsiz bir durum var şimdi. Yaralı arkadaşlar destek için gelmişler. Hepsinde bir vakara. Suskunlar. Stadyumdalar şimdi. Suskunlar. Koridorları yürüyerek geçiyorlar. Soyunma odasında son hazırlıklar bitiyor. Parçalı sarı-kırmızı formayla çıkış tünelinin ucunda görünmüş çocuklar. Arda, ayağındaki yarayı bir nişan gibi taşıyor. Kendisi değil sanki edasındaki dünya. Ayhan, 1000. gole adını yazdığında formasındaki armayı öpmüştü. O son kaptanıydı takımın. 'Yine yapacağım' der gibi. Hakan, görev almış emir eri gibi dimdik ayakta. Sanctis kaleyi kapatmış, kilit suskunluğunda defans.
Bu maçta taktik olmaz Orta sahada Barış'ın o genç soluğu; 'Çok çalışacağız!' diyor Kewell'a bakarak. Büyük usta sakin. Susuyorlar. Lincoln; tribünlerin dudağındaki o yarım ezgi. Baros hattını çiziyor gol yollarının. Hasan Şaş yüzündeki gergin ifadeye adımlarındaki tarihi yerleştiriyor. 'Ümit, ahh Ümit' diye geçiriyor içinden kale arkasındaki taraftarlar. Sıkı duruyorlar sahanın kenarında. Dimdik. Çekip çevirip öptükleri o sarı-kırmızı armayı tutuyorlar ellerini yüreklerine yaklaştırıp; 'Bu maçlarda taktik olmaz. Böyle karşılaşmalar yürek işi!' diyor hepsi bir ağızdan. 'Bu bir maç mı?' diye soranlara bakıyorum susarak. 'Futbol!' diyorum, 'Hayata benzer!' Bakıyorlar, 'Fena halde!' diye bitiriyorum. 'Bir maçı sadece taktik anlayışla anlamaya çalışanlar yanılırlar' demeye getiriyorum. Buradan takımın nasıl oynaması gerektiğine ilişkin akıl verebilirdim; rüzgârda sallanan buğday başaklarını anlamasaydım eğer. Burada taktik değil yürekler konuşun... İşte işte sahaya yürüyorlar