Cesaret aşısı gerek
- Yunus Akgül Yazıları
- 19 Ocak 2017, 23:57:13, Güncelleme: 19 Ocak 2017, 23:57:45
"Her doğan gün yeni bir umut" sözü gibi, Türk futbolu da her haftaya yeni bir umutla başlamakta...
Bu haftaki umudumuz da "İnşaallah hakemlerimiz, sonuçlara etki edecek kadar kötü maç yönetmezler" diye isimlendirilebilir.
Bir işin fıtratında, tekrarlandıkça ustalaşmak gereği saklıdır. Bu sebeple, her geçen gün biriktirilen tecrübeler yapılan işte hatasızlığı; o değilse bile en azından az hata yapmayı da beraberinde getirmelidir. Oysa Türk hakemliği, her oynanan hafta bir öncekini aratır hale gelmiş durumda... Futbolda, bizdeki kadar 'hakem' konuşulan bir başka ülke olduğunu zannetmiyorum.
Oysa Türk futbolu adına çok başka şeyler konuşuyor olmamız gerekliydi.
Ligin ikinci yarısı da, futbolumuz ve hakemlerimiz açısından yine büyük ümitlerle başladı. Her şey daha güzel olacak; daha az hata yapılacak, yorumcular hakemlerden övgüyle bahsedecek, futbolun daha çok sportif yanını konuşacaktık.
Hatta, devre arasında Antalya'da yapılan seminerde, hipnoz yöntemiyle hakemlerimize cesaret aşılandığını düşünüyorduk. Ne yazık ki, geçen haftaki başlangıç, tarihin en kötü ikinci yarı başlangıcı değilse bile en kötülerinden biri oldu.
Hakemliğimiz adına da,Türk futbolu adına da...
Geçen hafta yenen de, yenilen de, berabere kalan da hakemlere isyan etti.
Maçını 5-0 gibi farklı bir skorla kazanan Başakşehir Kulübü bile hakemlerle ilgili açıklama yapma gereği duydu.
Sahi, hakemlerimiz bu kadar yeteneksiz mi?
İddia edildiği gibi sahiden eyyamcılık mı yapıyorlar?
Sahiden, torbayı doldurmanın derdine düştükleri için şikesiz maç yönetmiyorlar mı?
Şunu samimi olarak ifade etmem gerekir ki, yukarıda sıraladığım isnat cümlelerinden hiçbirinin hakemlerimizde olduğuna inananlardan biri değilim.
Hakemlerimiz korkuyor
Futbolda hakemlik açısından iki ana kural vardır; biri faul, diğeri de ofsayt pozisyonudur.
Bunlarla ilgili yerinde ve zamanında karar verebildiğinde iyi hakem olursun.
Türk hakemlerinin yerinde ve zamanında karar verememe sorununun asıl nedeni ise iyi hakem olup olmama değildir.
Nedeni korkudur...
Korkuyor hakemlerimiz... Bu yüzden cesaretli düdük çalamıyorlar.
"Kimden ve neden korkuyor?" sorusunun cevabını ise biliyoruz. Tabii ki, sahaya çıkmalarını sağlayan güçten.
Onları sahaya süren güç, aynı şekilde cesaret aşılamıyor. Aşılamadığı gibi, Demokles'in kılıcını her zaman tepelerinde bir tehdit unsuru olarak hazır bulunduruyor.
Bu şartlar altında en cesaretlisi, en yeteneklisi bile hata yapmaya iteleniyor.
"Elbette hiç bir takımın hakkının yenmesini istemeyiz. Yani Fenerbahçe aleyhine bir hata yapılmışsa mutlaka bu elde olmayan nedenlerle yapılan bir hatadır ve ilelebet de devam etmez. Sezon sonunda hata ve doğruları topladığınız zaman eşit bir şekilde maçların tamamlandığını görürsünüz. Yani kimsenin hakkı kimseye geçmez." Bu açıklamanın sahibi, MHK Başkanı Yusuf Namoğlu.
Açıklamasına bakar mısınız!
Bunun tek bir yorumu vardır; hakemlerimiz herhangi bir takım hakkında bir maçta yaptıkları haksızlığı, sonraki maçta telafi eder ve ligin sonuna geldiğimizde takımların aleyhine yapılan hatalarla, lehine yapılan hatalar eşitlenir. Hakemlere, bu maçta yaptığın aleyhte hataları sonraki maçta lehte hatalar yaparak düzeltebilirsin mesajı verilmiştir.
Umut fakirin ekmeği...
Bu açıklama ne kadar iyi niyetli yapılmış olursa olsun, sahaya çıkan hakemin cesaretini kırar. Düdüğü her ağzına getirdiğinde haftaya maç alıp alamayacağı aklına gelir.
O düdüğe cesaret aşılamak yerine, "Yaptığın hatayı başka bir hata ile düzelt" mesajı vermeye devam edersek, biz çoook, daha hakemi konuşmaya devam ederiz.
"Umut fakirin ekmeği, ye taraftar ye" demeyelim yine de...
Umudumuzu yitirmeyelim, bakarsın olur...
BÖYLE GiDERSE BUGÜNLERi ARARIZ
Aziz Yıldırım'ın, geçen hafta futbol gündemimize damga vuran sözleri vardı.
Hakemler hakkında yaptığı açıklamalara, bazı yorumcular çok sert eleştiriler yönelttiler. Bazıları da, altına imzalarını atacaklarını ifade ettikleri yazılar kaleme aldılar.
Bir gerçek var ki...
Aziz Yıldırım'ın yarım saatlik konuşmasında, hakemler konusunun dışında arada kaynayıp giden birkaç cümle daha vardı. Yıldırım, mevcut sistemle Milli Takım'ın herhangi bir başarı elde edemeyeceğini, 30 tane oyuncu çıkarmaktan bile aciz olduğumuzu söyledi. Biraz da ironik bir biçimde milli başarı için yabancı oyuncuları tamamen yasaklamaktan söz etti.
Ne olursa olsun bir gerçek var; Milli Takımımız hakikaten çok kötü...
Çok rahatlıkla geçmemiz gereken rakiplerimizi bile ıkına sıkına zorla yeniyoruz. Şöyle koltuklarımıza kurulup rahat bir maç izlemeyeli yıllar oldu.
"Neden böyle?" sorusunun cevabını da biliyoruz. Bunun sayfalar dolusu yazılabilecek birçok sebebi olsa da, en önemlisini tek bir soru üzerinden cevaplayalım; Süper Lig'de yer alan takımlarımızdan kaç tanesinde altyapıdan futbolcu oynuyor?
Bütün takımlarımızın altyapılarında futbolcu yetiştirilir.
Alt ligleri takip edenler oralarda oynanan kıran kırana maçları da bilirler. Oysa bu altyapıda oynayan futbolcuların hiçbiri, ne hikmetse A takıma çıkmayı başaramaz. Altyapısından yetiştiği takımda oynayabilmesi için önce bir kaç takım dolaşıp, menajerlerin ve diğer aracıların ceplerini doldurduktan sonra, o da zayıf bir ihtimal muradına erebilir.
Demek istediğimiz şudur;
TFF her takıma "İlk onsekizde altyapıdan yetiştirdiğin en az iki oyuncu bulundurmak zorundasın" talimatı vermedikten sonra, ne milli takım başarılı olabilir ne de dünya çapında futbolcular yetiştirebiliriz.
Basketbol da farksız
Aksi halde, Milli Takım'da kurtarıcı olarak da adı Ahmet, Mehmet, Hasan, Ali olan elin yetiştirdiği gurbetçilere sarılmaktan başka çaremiz kalmaz da yakında bu günleri bile arar duruma düşeriz.
Futbol böyle de basketbol farklı mı?
Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray, Anadolu Efes'in parkeye çıkan ilk beşlerine bir bakın, ne demek istediğimizi daha kolay anlarsınız...