Müzmin muhalifler! Bırakın da tadını çıkaralım
- Yunus Akgül Yazıları
- 17 Kasım 2016, 23:06:00, Güncelleme: 18 Kasım 2016, 03:04:38
Herhangi bir şeyin olumluolumsuz, iyi-kötü, güzel-çirkin oluşu kendileri için bir şey fark etmeyen; prensip olarak her şeye karşı bir taraftar grubunun sloganıdır bu malumunuz...
Bazı tipler vardır ki, karşı olarak yapılan her olayda, her gösteride, her fikir ve harekette ön sıradadırlar. En masum tanımıyla, müzmin muhalif diyebiliriz bunlara...
Bu hastalığının pençesinden kurtulamazlar da bir türlü…
Bu umutsuz vakalara mikrofon uzatıp "Neden karşısınız?" diye sorsanız verecekleri mantıklı bir cevapları da yoktur ama karşıdırlar işte... Bunlardan bazıları kendilerini "Aktivist" olarak tanımlar ve onların lugatında aktivist olmak, en başta mevcut düzene karşı olma anlamını taşır.
Bugünlerde, spor aktivistleri gazetelerin köşelerini, televizyon programlarının ön koltuklarını adeta işgal altına almış, müthiş bir aktivite yarışındalar.
Adamlar, o taraftar grubu gibi vara, yoğa karşılar. Kulüp başkanlarına, teknik direktörlere, futbolculara… Önlerine kim gelirse, ne gelirse her şeye ama her şeye…En çok da Fatih Terim'e...
Dünya Kupası yolunda üç maçta sadece iki puan toplayınca bu karşı cephe, bir müthiş kakafonik koro şeklinde Fatih Terim'in gitmesi gerektiğini haykırdı.
Terim, en çok eleştirdikleri konuda geri adım atıp Arda'yı, Burak'ı, Selçuk'u kadroya alıp üstüne bir de galip gelince, bu defa da "Kosova'ya az gol attık" eleştirisinden yola çıkarak Terim'e yüklenmeye başladılar.
Rica ediyoruz efendiler, bir sonraki maçımız 24 Mart 2017... Bırakın da bu dört aylık süre zarfında, galibiyetimizin keyfini çıkarıp, doya doya yaşayalım.
Siz de, bu arada kendinize karşı olacağınız başka konular bulun; nasılsa sizin için hiç zor değil...
SENEDE BiR GÜN, ARKASI HÜZÜN
Birkaç ay önce yazdığımız bir konuyu tekrar etmekte fayda var.
Milyonlarca, hatta yüz milyonlarca lira harcanarak büyük organizasyonlar veya etkinlikler için yapılan devasa yapıların, bir defa kullanılıp işlevsiz kalmasının adıdır "Beyaz Fil Sendromu..." Devletimiz, başlattığı tesis hamlesi ile çok doğru bir iş yaparak ülkemizdeki eskimiş köhne stadyumları yıkıp, yerine son derece modern çağdaş stadyumlar yapmaya devam ediyor.
Şimdi, Trabzon Akyazı Stadı ile Samsun Stadı da yenilerine eklenmek için gün sayıyor.
Buraya kadar her şey çok güzel… Kim, tesisleşmeye itiraz edebilir ki?
Peki ya sonra?
Birçok ilimizde yapılmakta olan stadyumların, aynı zamanda 'Beyaz Fil' adayı olarak yükseldiğini de unutmamak lazım.
Çünkü, doğru bir planlama olmadan, illerin ve kulüplerin kapasitesi hesaplanmadan yapılan bu stadyumlar, ister istemez hiçbir zaman dolmuyor. Anadolu'daki birçok il takımı, en çok seyirciyi çektikleri dört büyüklerin maçlarında bile bu stadyumları dolduramıyorlar.
Ayrıca, böylesine büyük tesislerin bakımı da çok masraflı, maddi yükü çok ağır...
Seyirci, 33 bin kişilik Antalya Stadı'nı ancak Türkiye-Kosova milli maçında tamamen doldurabildi.
Tesisleşme elbette olmalı ama doğru planlamayla 'Beyaz Filler' meydana getirmeden..
Kast ettiğimiz kısaca budur.
YEDEK DEYiP GEÇME… BUNA DA ŞÜKÜR…
istatistikler, Süper Lig'de top koşturan 471 futbolcudan 215'inin yabancı, 67'sinin ise başka başka ülkelerin yetiştirdiği Türk asıllı futbolcular olduğunu söylüyor bize...
Öz yurdumun yetiştirdiği ve Süper Lig'e gönderdiği futbolcu sayısı ise sadece 189'u buluyor...
Bu 189 futbolcunun adeta yedek kulübesine abone olan yarısından fazlası, yabancı futbolcuların sakatlanarak ya da yorularak çıkmasını bekliyorlar ki, böylece sıra kendilerine gelsin.
Muhakkak ki, bizdeki yedek kulübeleri, Tom Amca'nın kulübesindeki gibi buruk ve insanlık dışı bir öykü barındırmıyor ama yine de içinde trilyonluk futbolcuların da oturduğu bir hayal kırıklığı evi olduğu kesin...
Basketbol ligimiz de bundan farklı değil...
Fenerbahçe'nin bu sezon kadrosunda yer alan 16 sporcusundan sadece beş tanesi Türk... Galatasaray'ın 16 kişilik kadrosunun sadece dördü, Anadolu Efes'in ise 15 kişilik kadrosunun sadece altısı Türk..
Bu takımların sahaya çıkan ilk beşinde neredeyse hiç Türk sporcu yer almıyor...
Diyeceğim o ki; böylesine kendine yabancı liglerde, bırakın başarılı olmayı milli takım çıkarabildiğimize dahi şükretmek gerek... Hem de, bu tabloya rağmen milli takımlarımız hiç de fena değiller; bu da ikinci şükür sebebimiz…
VAKIFBANK ARTIK BiR DE SPOR DEMEK
Vakıfbank, uzun bir zamandır Türk sporuna özellikle de Türk voleyboluna yaptığı katkılar ile de hafızalara kazındı.
Bayan voleybol takımı, Türk filesinin en değerli ekiplerinden... Müzesi de kupalarla dolu...
Son şampiyon Vakıfbank; bir dünya, iki Avrupa Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, bir Avrupa Challenge Kupası, dokuz Türkiye Kupası'nın sahibi...
Sporumuzun, dünya arenasında her zaman yüzümüzü güldüren baş aktörlerinden...
Vakıfbank yönetimi, şimdi de İstanbul Üsküdar'da yaptığı Vakıfbank Spor Sarayı ile Türk sporuna kalıcı bir eser bırakmanın gururunu bir kez daha yaşıyor.
İki bin kişilik ana salonun yanı sıra, iki ayrı antrenman salonu, yüzme havuzu ve birçok muhtelif aktivitenin de yapılabileceği salonlara sahip olan çok amaçlı güzel bir tesise daha kavuştu Türkiye… Türk sporuna gerçek hizmet işte budur; gelecek nesiller için kalıcı eserler bırakmak...
Takımlarımızın neredeyse tamamı, devletin yaptığı tesislerde müsabakalarını yapıyorlar. Bugüne kadar kendi tesisini inşa eden yalnızca Fenerbahçe...
Stadını da, salonunu da kendi maddi imkanlarıyla yapan Fenerbahçe'nin yanında şimdi Vakıfbank da var.
Kendi maddi imkanlarıyla yaptığı tesislerde maç yapmanın darısı, diğer kulüplerimizin de başına...