Türkiye için ders alma vakti...
- Yunus Akgül Yazıları
- 26 Haziran 2016, 00:19:34
Duygusal tartıda çılgınlığı ağır basan biz Türklere uygun şekilde… İfrat-tefrit salıncağında bir o yana, bir bu yana sallanıp duruyoruz.
Ortamız yok… Ya hep, ya hiç!
Grimiz yok...
Ya siyah, ya beyaz!
En sevdiklerimizi bile ya başımızın en üstüne koyuyor veya ayağımızın altına alıp, üzerinde tepiniyoruz.
Spor, siyaset, iş, aşk, sosyal hayat, özel hayat... Her alanda bu böyle… Kahramanlık mertebesinden hainlik çukuruna yuvarlamak, yine oradan alıp bulutlarda gezdirmek bizde an meselesi… Üstelik en kallavi cinsinden.
Ya dip, ya tavan… "Devlerin aşkı da, öfkesi de büyük olur" diye bir mazeretimiz de var. Euro 2016'daki maçlarımızın akabinde olanlar, bunu doğrular nitelikte hemen şuracıkta duruyor. Hüsranla kapanan ilk iki maç ve yüzümüzü 24 saatliğine güldüren üçüncü maçtan sonra yaşananların bu yazdıklarımızla tıpa tıp aynı olmadığını kim söyleyebilir? 552 futbolcu ve milyonlarca taraftar vardı o şampiyonada… Bir tek biz, kendi kendimizle mücadele etmekten rakiplerimizle mücadele etmedik.
"Dar paça…İspanyol paça" polemiği derken, son maçtaki galibiyet sonrası tam paçayı kurtarıyorduk ki; İtalyanlar 'Finito' dedi.
Biz de bıraktığımız yerden yine başladık.
Islıkladığının, ıslak formadaki ay-yıldız olduğunu bile unutarak, sahadaki oyuncuya ve teknik heyete yapılan hakaretlerden tutun… Daha doğmamış bir bebeğe hayasızca yapılan sinkaflı sözlere uzanan bu vahim ruh durumunun bir iz'anı yok biliyoruz da, bir izahı var mı?
Çek maçında bizi havalara uçuran 2 gol hanemizde dursa ne olur; 2 canlı bir kadına yaptığımız o vicdansızlık bir utanç abidesi gibi ortada dururken… Sportif manada "Bizim seviyemiz bu" diyen teknik direktör babasına kızsak ne olur; insani anlamda bizim seviyemiz böyle dipte dururken...
Çirkefleşmeden de apolet sökülebileceğinin bir edebi, adabı olduğunu öğrenelim artık… Şampiyonaya, Selçuk'un İzlanda'ya son dakikada attığı golle, ancak en iyi üçüncü sıfatıyla katılabildiğimizi ne çabuk unuttuk.
Ya elemelerdeki kötü performansımızı, hiç yenilmememiz gereken maçlardaki yenilgilerimizi...
Letonya beraberliği, İzlanda ve Çek Cumhuriyeti mağlubiyetini...
Hiç ummadığımız şekilde puanlar kaybedip, en iyi üçüncülük sevinciyle turnuvaya adeta ite kaka gelebilmiştik.
Oyuncular, bu şampiyonaya fiziksel ve zihinsel olarak hazır değildi.
8 yıldır hiçbir turnuvada yoktuk. Bunun gibi yüzlercesini sayabiliriz sadece söylemek çözüm olacaksa... Ancak, herkes biliyor ki çözüm başka bir yerde... Her şeye rağmen, içimizdeki milli ateşin gücüyle bağrımıza taş basarak, Fransa'ya ayak bastık. Gerçeği unutmasak da, unutmuş gibi yaptık. Unutulacak gibi değildi ama n'aparsın ki bir umuttu... Halbuki, başarı ve başarısızlık iç içe bir kavramdır ve Türkiye için ders verme değil, artık ders alma vaktidir. Alır mıyız? İşte orası meçhul..
KULÜPLER, MİLLİ TAKIM'IN AYNASI VE AYNISI
Büyük bir kaos içinde debelenen kulüplerimiz ve futbolumuzdan başarı çıkarabilmek çok zor!
Türk futbolcuların transfer ücretleri, yabancılardan daha yüksek olduğu için, kulüplerimiz yabancı futbolcuları tercih ediyor. Bu nedenle de Türkiye, yabancı futbolcu cenneti… Ödenen rakamlar ile elde edilen başarı arasındaki büyük uçurum da cabası… Avrupa Şampiyonası'nda 'En iyi Milli Takım' diye sahaya sürdüğümüz takımın neredeyse yarısına yakını, kendi takımlarında yedek kulübedeydi. Gökhan, Caner, Ozan, Volkan Şen, Burak ve Selçuk'u kendi takım hocaları bile doğru dürüst oynatmazken, bizim onlardan beklentilerimiz çok büyüktü.
Şunu unutmayalım:
Bütün dünyada olduğu gibi, kulüpler milli takımların aynası ve aynısı; başarının asıl göstergesidir.
Kulüpler bazında başarınız yoksa, ne kadar zorlarsanız zorlayın Milli Takımınız bir yere kadar gider ve sonra biter.
Kulüplerde başarı varsa Milli Takımlar tarih yazar, yoksa başarı kısa süreli bir umut olmaktan öteye geçemez.
"Takke düşer, kel görünür". (Bakınız:
12 günlük Euro 2016 maceramız) Aslında yakın geçmişteki futbol tarihimiz bu örneklerle doludur. G.Saray'ın 2000'li yılların başında estirdiği fırtınayı düşünün. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final, ardından Avrupa Şampiyonluğu ve peşi sıra milli takım dünya üçüncüsü...
2008'de Avrupa Şampiyonası'na katılma başarısı ve ardından çeyrek final...
F.Bahçe, UEFA'da çeyrek final oynuyor.
Bugün, Avrupa kupalarında kaç takımımız tur atladı ki, Milli Takım'dan zaferler bekliyoruz.
TÜRK FUTBOLUNDAKİ YÖNETiM ŞEKLİ DÜNYANIN HİÇBİR ÜLKESİNDE YOK!
Türk futbolunda çok ciddi sorunlar; acil olarak düzeltilmesi gereken çarpıklıklar var.
Bunları sümen altı etmeye, halının altına süpürmeye devam edersek büyük turnuvalarda başka ülke takımlarını tutmaya da mahkumuz.
Futbolu yönetenler acilen şapkayı önlerine koyup, düğmeye basmazlarsa bu fasit daire içinde dönüp duracağız.
Sistemsiz bir çemberde, bi'lokmalık tesadüfi galibiyetlerle avunarak… Avrupa'da bizden çok sonra yola çıkan, hatta bağımsızlığını sadece on yıllar öncesinde elde eden ülkelerin birçoğu, ortaya koydukları futbol ile bizi geçmiş durumdalar.
Türk futbolundaki çarpık yapılaşma ve başıbozuk yönetim şekli dünyanın hiçbir ülkesinde yok çünkü… "TFF ve kulüplerde yönetim, delege ve üyelik sistemi değişmeden hiçbir şeyi değiştiremezsiniz" demekten dilimizde tüy bitti.
Yöneticilerimiz, Kulüpler Yasası için verdikleri sözü çoktan unuttu; ben de "Çare kulüpler yasası" diye kaç kere söyleyip yazdığımı….
Bu yasa ile Türk futboluna neşter vurulacak ve bir nebze olsun düzeltilecekti.
İçinde Türk Milli Takımları'nın kurtuluşu demek olan şöyle bir madde var olacaktı:
"Liglerde yer alan her takım, kadrosunda kendi altyapısından yetiştirdiği en az üç futbolcu bulundurmak zorundadır." Hepsi hayal oldu. Böyle bir yasayı çıkarmaya yeltenmediler bile...
Sadece kamuoyunu biraz oyalayıp, kandırma yoluna gittiler.
Çünkü, onlar için böylesi daha elverişliydi.
Acı gerçek bütün çıplaklığı ile karşımızda dururken… 'Euro 2016' durumun vahametini gözümüzün içine sokmuşken… Mesele bir maçlık galibiyetle unutuluverilecek gibi değilken… Biz hâlâ Fatih Sultan Mehmet İstanbul surlarını topla döverken, meleklerin cinsiyetini tartışanlar gibiyiz.