Yeni hakem faciaları yakındır

Yunus Akgül
Sahada, ringde, minderde döktüğün terin yanında masaya da hakim olacaksın; Başka bir yolu yok!
İspanya Almeria, 2005 Akdeniz Oyunları'nda bir boks maçındayız.
Sporcumuz ringde... Rakibimiz Cezayirli...
Tribünde Türk spor kafilesi olarak heyecan içindeyiz.
Karşılaşmada sporcumuz Cezayirli tarafından öylesine dövülüyor ki, tüm kafile "Ya nakavt olacak ya da antrenörümüz havluyu ha attı ha atacak" diye bekliyoruz.
Umudumuz yerle bir… Neyse ki, boksörümüz güç bela maçı bitiriyor.
Biz yenilgiyle yıkılırken, Aman Allah'ım o da ne?
Salon da protestodan yıkılıyor… Kazanan açıklanmış ama rakibimizin değil, boksörümüzün kolu havada… O derece utanıyorum ki, yüzüm kıpkırmızı deli gibi salonun dışına atıyorum hemen kendimi...
Geriye doğru bir tarama yapıp, "Olimpiyat oyunlarında boksta hangi zaman diliminde madalya almışız?" diye bir bakın, karşınıza Caner Doğaneli'nin AIBA (Uluslararası Amatör Boks Birliği) Genel Sekreteri olduğu yıllar çıkar. Onun döneminde, olimpiyatlarda öyle ya da böyle mutlaka bir madalyamız olmuştur. Doğaneli, AIBA'da öylesine güçlüydü ki, hakemler onun gözünün içine bakarlardı.
Doğaneli gitti, bizim olimpiyat madalyaları da bitti...
"Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür". Hele de yapılan her türlü kalleşliği, haksızlığı ışık hızıyla unutuveren biz Türkler için… 2009'da Meksika'daki Dünya Gençler Voleybol Şampiyonası'na katılan Voleybol Genç Bayan Milli Takımımıza, Mexico City Havalimanı'nda polis tarafından yapılan kötü muameleyi kaçımız hatırlıyoruz mesela?
Önemli bir spor federasyonun dünya başkanı olan arkadaşımızın (zaten bir tane var) bu yaşanan olaylardan sonra "Bu ülke, ben bu federasyonun başkanlığını yaptığım sürece ağzıyla kuş tutsa benim federasyonumun bir tane uluslararası şampiyonasını alamaz" sözünü hatırlıyorum...
Başta futbol olmak üzere güreşte, tekvandoda, karatede, judoda, basketbolda, voleybolda velhasıl metrik, kronometrik olmayan bütün spor dallarında hakemlerden şikayet ettiğimiz o yıllar çok gerilerde kaldı; eski günler yok. Yazının girişinde bahsettiğim gibi, bize çalışan hakemler yoksa da, gözümüzün içine baka baka hakkımızı gasp edemiyorlar artık.
Neden bitti?
Çünkü bitirdik!..
Şimdi, FITA (Dünya Okçuluk Federasyonu) gibi önemli bir federasyonun başkanlığında Uğur Erdener adında bir Türk oturuyor.
FIBA (Uluslararası Basketbol Federasyonu) başkanlar listesinde Avrupa Başkanı Turgay Demirel diye yazıyor.
Uluslararası federasyonların yönetimlerinde ve karar alma mercilerinde daha birçok kıymetli spor adamlarımız var.
Örneğin;
UCI (Uluslararası Bisiklet Birliği ) üyesi ve Dağ Bisiklet Komisyon Başkanı olan Türkiye Bisiklet Federasyonu Başkanı Emin Müftüoğlu, birliğin masasına oturup, en önemli şampiyonaları dünya ülkelerine dağıtıyor. UCI tarafından geçen hafta liyakat madalyası ile ödüllendirilen Müftüoğlu, bisikletin dünyadaki en önemli ve gözde yöneticilerinden….
İşte bu nedenle, gazetelerin sayfaları on yıl önceki hakem facialarıyla dolu değil...
Bunun adına da, yeni dünya düzeninde "lobi" diyorlar. Lobi demek, o federasyonun iliklerine kadar nüfuz etmek demektir.
Orada başkan, yönetim kurulu üyesi, sağlık kurulu üyesi, hakem, danışman artık ne olabilirsen olmak zorundasın. Yani, sahada, ringde, minderde vs. tüm alanlarda döktüğün terin yanında masaya da hakim olacaksın; başka yolu yok!
Bu düzende, lobin kadar konuşabilirsin.
Lobi çalışmalarında neredeyse bütün spor dallarında iddialı yerlere geldiğimizi söyleyebiliriz.
Türkiye, çok şükür bunu başardı...
Bir tek futbol hariç...
Zaten bu satırları da, Fenerbahçe maçını katleden Hırvat hakem Ivan Bebek faciasından sonra yazma ihtiyacı hissettim.
Şenes Erzik'in federasyon başkanlığından sonra Türkiye Futbol Federasyonu kafasını kaldırıp dışarıya bakmadı veya bakamadı. Haluk Ulusoy, Mahmut Özgener, Yıldırım Demirören gibi başkanların dönemleri, seçim kavgaları, naklen yayın ihalesi kavgaları, üç büyüklerle girişilen ağız dalaşları ile hafızalarımıza kazılı… UEFA ya da FIFA seçimleri sırasında aklı başında bir pazarlık duydunuz mu; yok!..
Çünkü, bizim federasyonumuz iç sorunlarla meşgul olmaktan, dışarıda Türk futbolunun hayrına olacak adımları atmaktan aciz bir federasyon.
Şenes Erzik, FIFA ve UEFA'nın en güçlü adamlarından birisi olduğu için, orada olduğu sürede, takımlarımız sahaya çıktığında hakemler yan gözle bakma cesareti gösteremiyordu.
Türkiye, Erzik varken Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası Finali'ne ev sahipliği yaptı.
Ayrıldıktan sonra, onun yerine seçtirmeye çalıştığımız Servet Yardımcı, 44 UEFA üyesi ülkenin yarısının oyunu bile almayı başaramadı, yönetime seçilemedi. Çünkü, UEFA'da lobimiz yoktu.
Buna benzer seçimlere daha çook girer ve çook kaybederiz.
Erzik'i daha çok arar, çok vahlanırız.
Türkiye Futbol Federasyonu, eğer bu kafayla devam ederse bundan sonra kulüp takımlarımıza da, Milli Takımlarımıza da geçmiş olsun...

Rusya'yı fena çizmişler
Spor saha ve salonlarının modern dünyanın savaş meydanları olduğuna inanırım.
Medeni (!) memleketler, savaş meydanlarına taşıyamadıkları güç gösterilerini spor sahalarında yaparlar. Belki biz farkında değiliz ama spor sahalarındaki bu mücadele aslında çok acımasız bir şekilde sürüp gider...
Günümüzün medeni (!) ülkeleri güçlerini gösterebilmek, propagandalarını en iyi şekilde yapabilmek adına spora ve sporcuya inanılmaz yatırımlar yapmaktalar.
Bu savaş, elbette ki sadece sporcuların sahada verdikleri olağanüstü mücadele ile sınırlı kalmaz. İşin bir de görünmeyen arka planı vardır. Asıl film buradadır; kıyamet burada kopar...
Sahada olan yani görünen işin belki de sadece yüzde 20'lik bir kısmıdır. Kalanı ise lobidir... İlaç sanayiidir.
Spor sahalarının katı kurallarına uyup uymamak, dünya sporunda ne kadar söz sahibi olduğunuz ile doğrudan ilişkilidir. Bu acımasız sistemde benim canımı yakan bir kural, başka birisi için işletilmeyebilir.
Görüntü o ki, Kırım'ı işgal eden, Ukrayna'yı karıştıran, Suriye'ye burnunu sokan Rusya, her alanda olduğu gibi spor sahalarında da cezalandırılıyor.
Önce buz hokeycileri, buz patencileri, atletleri derken soğuk ve karanlık Rusya'nın dünyaya açılan, gülen yüzü Maria Sharapova bile doping yüzünden oyun dışı kaldı.
Yoksa mühür ABD'de mi!
Bu kadar tesadüf üst üste gelebilir mi?
Rus atletler, şimdi olimpiyatlarda olamayacaklar. Tıpkı geçen hafta ABD'de gerçekleştirilen 16.Dünya Salon Atletizm Şampiyonası'nda olmadıkları gibi...Düpedüz "Sen kumda oyna" dediler Rusya'ya… Rusların olmadığı bu şampiyonada ABD rakipsiz yarışarak 13 altın, 6 gümüş, 4 bronz madalya kazandı.
Bir an için aklımızdan şu soruyu geçirelim...
Her türlü doping ilacının üretildiği laboratuvarların neredeyse tamamının olduğu ABD'li hiçbir sporcu neden dopingden yakalanmıyor?
Şimdi… Etiyopya'ya lütfen 4 madalya bırakan 23 madalyalı 16. Dünya Salon Atletizm Şampiyonası fatihi ABD sporcularının, doping analiz sonuçlarını merakla bekliyorum:
"Mühür kimdeyse, sultan o mudur?" diye…

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.