Çarşı grubunun maç öncesi iki takımı birlikte tribüne çağırması harikaydı. Ardından yeşil-kırmızılı tribünler "Beşiktaş", siyah-beyazlı tribünler de "Diyarbakır" diye İnönü Stadı'nı inletti. Sonunda, dosta, düşmana karşı hep birlikte haykırdılar: "Türkiye... Türkiye..." Stat ya da salon fark etmez, nasıl nefret, nefreti her yerde buluyorsa, sevgi de sevgiyi her yerde bulur. Dün İnönü Stadı'nda bulduğu gibi. Karşılaşma böylesine güzelliklerle başlayınca, Mustafa Denizli'nin rakibi küçümseyen onbiri bile keyfimi kaçırmadı... Hoca her halde maçı kolay gördüğünden olacak, Tello, Yusuf ve Nihat'ı birlikte kullandı... Oysa Diyarbakırspor dörtlü savunmanın önünde üç ön liberoyla oynuyordu. Bu taktirde ya topu çok koşturacaksınız ya da kendiniz çok koşacaksınız. Tello, Nihat ve Yusuf'tan koşmalarını bekleyemeyeceğimize göre tek ümit topu iyi dolaştırmalarıydı... Bunu yaptılar ama etkisiz bölgede, kaleden uzakta! Son çizgiye inip, savunmanın dengesini bozacak ortalar yerine, şandel toplarla kaleci çalıştırdılar. Nobre ve Ernst'in değerlendiremediği iki pozisyon hariç ilk yarıda 'tık' yoktu.
Stresten besleniyor İkinci yarıda Diyarbakırspor, savunma disiplinini korumakla birlikte bu yarıda biraz daha önde basmaya başladı. Beşiktaş, üçüncü bölgedeki kargaşayı bir türlü çözemeyince yine pozisyon üretmekte zorlandı... Eee, bir teknik adam iyi giden takımdan rahatsız olur ve durduk yere sistemi ters-yüz ederse tüm bunların yaşanması da gayet normaldir! Çok değil üç gün önce "Mustafa Denizli orta sahadaki dörtlüyü bozarsa Beşiktaş'ın havası çabuk söner" diye yazmıştık. "Görünen köy kılavuz istemiyor" vesselam. Büyük teknik adam olmak böyle bir şey demek ki! Ekrem ve Bobo'yu keserek takımı boz, ikinci yarıda düzeltmeye çalış. Ne güzel iş değil mi! Bravo Mustafa hoca! Her hafta yeni bir takım kur... Kadroda istikrardan sana ne! Al şapkayı eline, çıkar tavşanını, bak keyfine. Sakın normal bir şey yapma... Sen sürprizlerden, stresten besleniyorsun bunu unutma.