F.Bahçe'yi Türkiye Kupası finalisti olarak katılmaya hak kazandığı Süper Kupa'yı müzesine götürdüğü için tebrik ederiz. Yeni hocası ve anlayışına kredi tanıma adına SÜPER bir başlangıç yaptılar. Ancak maçtan önce de düşüncem bir takım bir sezonda hem lig şampiyonluğunu kazanmış, hem de Türkiye Kupası'nı kazanmışsa Süper Kupa'nın da direkt o takıma verilmesi gerek. Yönetmelikler farklı söylese de mantıklı olanın bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü böyle bir ligde değil 2 kupayı aynı yıl kazanmak tek kupa bile almak büyük mücadele istiyor. Bu fikrimi paylaştığım TFF'den dostlar hak verseler de "Maç oynayarak takımlar para da kazanıyor" mazeretini öne sürüyorlar. Eğer amaç böyle bir durumda para kazanmaksa bal gibi sezon öncesi TSYD maçları oynanabilir. 3 büyük takım da kazanabilir. Bu yüzden dünkü Süper Kupa Finali'nin eğreti kaldığını düşünüyorum.
Evrim geçirmişler Bu finalin en güzel tarafı aynı anda iki takım taraftarlarının eşit oranda tribünlerin ayrılmış olmasıydı. Ne yapılıp edilip yüzde 50 uygulamasına futbolun cazibesi için yeniden geçilmeli. Taraftar rekabetini getirsinler yayın pastası büyür ve ihalede direk 100 milyon dolar artış olur! Ancak bu yıl mevcut statüde ve şartlar altında Süper Kupa Finali'nin sahibi F.Bahçe oldu. Ancak işin ilginç tarafı sahada ne Aragones, ne de onun F.Bahçe'si vardı. Daum'la evrim geçirmiş, daha ofansif ve keyif veren bir F.Bahçe izledik. Maçın beklenenden keyifli ve tempolu geçtiğini söylemek gerek. Beşiktaş'ta Mustafa Denizli Nobre, Bobo ikiliyle ardından ikinci yarı da Nihat takviyesiyle ileriyi üçleyince orta sahada oyunu yönlendirecek bir ismin varlığı hissedildi. Bu açıdan Beşiktaş'ın 4-2-3-1'de kalması doğru bir fikir gibi. Ernst ve Fink'in boşalan önünün doldurulması gerek. Çünkü Daum'lu F.Bahçe için bu gerçekten SÜPER bir başlangıç oldu.