Sahada, Bordeaux'yu elemiş, yorgun ama rahat, ne olursa olsun üç puanı almak için oynayan bir Galatasaray vardı. Ancak Galatasaray'da merak edilen iki önemli konu vardı. Birincisi Bülent Korkmaz'ın ligdeki ilk maçını kazanıp, İstanbul'a üç puanla dönüp, dönemeyeceği idi. İkincisi ise Konya'daki Galatasaraylılara aitti. O da kupa fatihi Arda'nın gol atıp atamayacağı konusuydu. Oyun başladığında, Konyaspor pres yaparak Galatasaray'ın üstüne gitti. Akıllı bir düşünce idi. Hatta daha 4. dakikada Veysel'in yüzde yüzlük bir golünü Sanctis önledi. Bu pozisyon önemliydi ve kaçmamalıydı. Konyaspor'un baskısı bir on dakika kadar sürdü. Bu arada Galatasaray oyunu orta sahaya çekmeye çalıştığı dakikalarda Lincoln'ün nefis vuruşunu kaleci Jefferson güçlükle önledi. İlk on dakika böyle geçerken, Sabri soldan topu Konya sahasına aktardı. Arda takip etti ve kafa ile topu ağlara yolladı. Gol akıl doluydu. Böylece atılan golle Konyaspor'lu taraftarlar meraklarını gidermiş oldular. Golden sonra kaçan en önemli fırsat Konyaspor'a aitti. Bülent Bölükbaşı, Sanctis ile karşı karşıya kalmasına rağmen, berbat bir vuruşla topu direklerin üstünden auta attı. Bu, Veysel'le beraber onun kaçırdığı iki yüzde yüzlük gol pozizyonu idi.
İlk yarı ortada geçti Oyunun ilk yarısı 1-0 olmasına rağmen ortada geçti denilebilir. Bu yarıda Kewell iyi oynadı. Sabri ise çok çalışanlardan biriydi. İkinci kötü ise yorgunluğu göze batan Baros'tu. Kewell ve Lincoln'den gelen topları iyi değerlendiremedi. İkinci yarıya Bülent Korkmaz, Baros'u çıkartıp, Ümit Karan'ı alarak başladı. Bence bu yapılması gereken bir değişiklikti. İkinci yarıda iki takım da emekliler gibi rölantide futbol oynadı. Golün atılması biraz da tesadüflere bırakılmıştı. Maçın hakemi ilginçti. O kadar çok futbolcuların itirazı ile karşı karşı kalmıştı ki itirazlardan sadece bir defa kart göstermesi dikkatlerden kaçmadı. Evet maçın bitiş düdüğü çaldığında, Galatasaray üç gün içinde bir lig, bir kupa maçı kazanmanın başarısı ile İstanbul'a güle oynaya döndü.