Acı gerçekler (1)
Alaçatı'da bir kebapçı Türk futbolunda kartları yeniden dağıttı ve Fatih Terim gitti.
Terim'in kendi söylediği, "Meclis'te 550 milletvekili var ama Fatih Terim bir tane" sözünü de hafızalarda tazeleyerek...
Peşi sıra Hoca-Toto başladı. "Yerine kim gelecek?" sorusuyla bir hafta boğuştuk durduk.
Olası isimler; a) Şenol GÜNEŞ b) Mircea LUCESCU c) Mustafa DENİZLİ d) Abdullah AVCI e) Aykut KOCAMAN f) Yılmaz VURAL olarak yazıldı, çizildi.
Bu listeye ilave yapabileceğimiz başka kıymetli teknik adamlar da vardı memlekette mutlaka ama adeta müzmin bir alternatifsizliğin dayanılmaz çaresizliği içinde bu birkaç isim arasında gittik, geldik.
Sözümüz, saydığımız bu değerli hocalarımıza değildir. Adam yetiştiremediğimiz için belirli isimler etrafında dönüp, o çemberin dışına çıkamama acı gerçeğine sebep olanlardır sitemimizin adresi… Bu vesileyle, Hakan Can arkadaşımızın şu tespitinin altına imza atmazsak yazık olur:
"Terim'in 23 sene zirvede geçen teknik adamlığında en büyük başarısızlığı, ondan sonra görevi emanet edecek bir başkasını hazırlamamasıdır." Yalan mı?
Terim sonrasındaki manzara-ı umumiye aynen bu olmadı mı?
Milli Takım hocasız kaldı mı, eli ayağı birbirine dolanmıyor mu Türk futbolunun?
Yerimiz dar; Terim kadar sorumlu diğer isimleri de siz alt alta koyun.
KARAMELA SEPETİ
Bildiğiniz gibi ilk önce Şenol Güneş'in kapısı tıklandı. Beşiktaş ve Beşiktaşlılar büyük tepki verdi; ait olduğu kulübün başkanı Fikret Orman'la görüşülmeden gidilmişti üstelik Güneş'e… Sonuç; deneyimli teknik adam kabul etmedi veya edemedi.
Ardından, yukarıdaki tekerlemede olduğu gibi elimizi ağzımıza götürüp, kişi seçmeye devam ederken, gözler Mircea Lucescu ile birlikte çoğumuza göre misyonunu tamamlamış Mustafa Denizli, sonra sırasıyla Abdullah Avcı ve Aykut Kocaman'a çevrildi.
Camia, renkli teknik adam Yılmaz Vural'a da "Teklif gider mi gitmez mi?" diye tartışırken bir "Son dakika" anonsu düştü :
"2+1 yıllığına Mircea Lucescu tamam" diye… İçimiz buruk bir "Hayırlı olsun" dökülüverdi ağzımızdan mecburen… Rumen teknik adamla birlikte adı geçen tüm hocalarımıza ve emeklerine saygımız sonsuz ancak hep birlikte şahit olduklarımız, Türk Milli Takım teknik direktör alternatifsizliğini gözler önüne sermesi açısından da ibretlik bir durum… Her kafadan bin ses, her akıldan bin fikir çıkar halde yol almış giderken, giden teknik direktörün tazminatını çocuğumuzun üniversite tercihinden daha fazla dert ederken, ülkece hepimiz asıl problemi yine ıskaladık.
Ağaca bakmaktan ormanı göremediğimizi yine gördük.
Halbuki, sorun daha başka, daha önemli… Önümüzde çok hayati maçlarımız var, bu maçlara odaklanmamız, enerjimizi dünya kupası yolunda eylül ayında oynayacağımız son dört maça harcamamız gerekiyor.
Hezimete uğrayınca "Yok öyle oldu, yok böyle oldu; şundan, bundan kaybettik" mazeretlerine sığınma lüksümüz yok.
Yeni hoca, Milli Takım kadrosunu nasıl kuracak?
Takımlarımızın alt yapıları bitik; kadroya girebilen Türk oyuncu yok. Milli Takım'ı nasıl oluşturacağız? Yedek bekleyen oyuncular ve el alemin yetiştirdiği lejyoner topçularla nereye kadar gidebileceğiz?
Galatasaray'ın bu sezon muhtemel kadrosu; Muslera, Maicon, Denayer, Mariano, Carole, Fernando, Ndiaye, Belhanda, Feghouli, Rodrigues, Gomis...
Beşiktaş'ın Real Betis ile oynadığı hazırlık maçının ilk on birdeki kadrosu, Fabricio, Beck, Pepe, Tosic, Adriano, Atiba, Oğuzhan, Necip, Quaresma, Babel, Talisca...
Fenerbahçe ve Trabzonspor'un kadrolarını yer israfı yapmamak için yazmayalım ama Galatasaray ve Beşiktaş'taki manzaradan farklı bir görüntü ile karşılaşmayacağımız çok net… Bu durum bu şekilde devam ederse, bırakalım Avrupa ve dünya şampiyonalarına katılma hayali kurmayı, milli takımda oynatacak futbolcu bile bulamayacağız. Yetişmesinde zerrece katkımız olmayan Almanya'daki Türk çocuklarının peşinde koşturmaya devam edeceğiz.
TFF, bugün için kulüp yöneticileri ne derse onu yapıyor.
Yarınları onlar düşün(e)miyorsa başka birileri düşünmek ve acil olarak bu gidişe dur demek zorunda… TFF, Süper Kupa finalinde Samsun'da yaşanan kötü olaylar gibi daha neleri düşün(e)miyorsa, onlar da "Acı Gerçekler 2" başlığıyla bir son raki yazıda… Çıkmadık candan umut kesmeden beklemeye devam şimdilik…
ARTIK BiZ DE VARIZ
97 ülkeden 3 binin üzerinde sporcunun mücadele ettiği 2017 Deaflympics Oyunları'nı Samsun'un ev sahipliğinde başarıyla organize ettik. 17 altın, 7 gümüş, 22 bronz olmak üzere toplam 46 madalya ile sıralamada 4'üncü olduk ve 2013 Sofya Deaflympics'te kazandığımız madalya sayımızı geçerek oyunlar tarihinde kendi rekorumuzu da kırdık. Her tarafından kuşatılmış, onlarca sorunla aynı anda mücadele etmek zorunda olan bir ülke için, böylesine büyük bir spor etkinliğini kazasız belasız bitirebilmek sanıldığı kadar kolay bir iş değildir.
Başta sporcularımız olmak üzere, yarışan ve emeği geçen herkesi yürekten tebrik ediyorum.
Bazıları için Deaflympics Oyunları sportif anlamda fazla bir şey ifade etmeyebilir belki ama buradaki madalya sıralamasına baktığımızda, kıta şampiyonaları, dünya şampiyonaları ve olimpiyat oyunlarında elde edilen madalya sıralamasının karşımıza çıktığını görürüz. Burada unutulmaması gereken, işitme engellilerin sportif etkinliklerinin ülkeler adına bir gelişmişlik göstergesi olduğudur.
Zira, yaşlı ve engellisine tanıdığı imkanlar, ülkelerin gelişmişliği ile doğrudan ilintilidir ve bu durum sportif başarıya yüzde yüz yansır.
Dolayısı ile olimpiyat oyunları ve dünya şampiyonalarındaki madalya sıralamamız bu anlamda önemli bir ölçüdür.
Kendi evimizdeki oyunlarda, madalya sıralamasında Rusya, Ukrayna ve Kore'nin ardından dördüncü sırada yer almamız bu anlamda bizim için çok iyi bir gösterge… Hem bedensel, hem de işitme engelliler sporunda "Artık dünyada biz de varız" diyebilmek ne güzel… Ne güzel, onların başarısıyla gururlanmak…
KULAÇLARI KUCAKLAMALI
Yüzmenin, olimpiyatın en önemli branşlarından olduğunu söylemeye gerek var mı?
Olimpiyat programında en fazla madalya dağıtan branşlarından olduğunu da… Hal böyleyken, madalya kıtlığı yaşadığımız olimpiyat oyunlarında yüzme gibi madalya deposu bir spora kafa yormamak neyle açıklanabilir?
Bu vizyon eksikliği devam ettiği müddetçe her zaman ahlanıp vahlanmaya mahkumuz ve öyle de olmakta… Örnek mi?
Macaristan'da geçtiğimiz hafta yapılan Dünya Yüzme Şampiyonası müthiş mücadelelere sahne oldu. Yepyeni şampiyonlar çıkardı. Rekorlar alt üst oldu. Gerçek sporseverler için tam bir spor şöleniydi.
Türkiye olarak bu şampiyonaya sadece dört sporcuyla katılabildik. Üstelik bu sporculardan ikisi ithal... Onlar da arada kaynadı gitti.
Bir zamanlar, ülkemizde yüzücü yetiştirecek havuzlar hayaldi.
Tesis yokluğu başvurduğumuz en kolay, ilk bahanemizdi.
Şimdilerde bırakın il merkezlerini, birçok ilçemiz havuz sahibi oldu. Özel okulların bile olimpik havuzları mevcut...
Mazeret 'out' artık..
Peki o zaman, madalya için yüzecek bir sporcu neden hala yetiştiremiyoruz?
"Madalya" derken; o bir sonuçtur, ona giden yolun yolcusu olmak ve önemine vakıf olmaktır asıl mesele… Bizim çocuklarımızın Amerikalı'dan, Çinli'den, İngiliz'den nesi eksik?
Hiçbir şeyi elbette… Eksiklik insan faktöründe değil de ondan… Eksiklik; sistem ve koordinasyon eksikliği… Eksiklik; kaynakların verimli ve amaca uygun kullanılmayışı… Eksiklik; profesyonelleşmeyi başaramamak… Daha önemlisi bunları kendisine dert edinmiş "Neden" diye soran, kulaçları kucaklamak isteyen kaç kişi var, ya da "var mı?" diye çok merak ediyorum.
Un var, şeker var, yağ var… "Helvaaa" diye bağırmaktan sesimiz kısıldı.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.