İlk defa alkışladım
Bursa ve Gaziantep'e yenilen Galatasaray, Eskişehir'i 4-2 mağlup ederek moral buldu, özellikle ilk yarı ortaya koyduğu futbol da beğenildi. Galatasaray'daki değişimi neye bağlıyorsunuz?
İki maçı beraber gözlemlemek lazım. Bir kupa maçında deplasmanda 3-2 mağlup olmak bir avantaj. Galatasaray bir Avrupa takımı ile çeyrek final oynasa, deplasmanda 3-2 kaybetse İstanbul'da alkışlarla karşılanır.
3-2 skor olarak iyi... Eskişehirspor gibi bir takıma 4 gol atmak da güzel bir şey...
Ama skorun ötesinde Galatasaray'ın alkışlanacak yanı ki geçen gelişi dahil ilk defa alkışlıyorum Hagi'yi; ilk defa araştırmacı bir kimlikle çıktı. Eldeki mevcut düzenin yürümediğini gördü. 'Bu gidişte ısrar etmeye gerek yok. Ben başka bir şeyler yapmalıyım' dedi.
Gaziantep maçında sahaya çıkan takım ve oynanan futbol bu araştırmanın sonucu... Gerçi Hagi'yi bu araştırmaya zorlayan sebepler de var; cezalar, sakatlıklar...
Ama ilk defa Galatasaray orta sahasında, benim üç senedir ısrarla eleştirdiğim Barış ve Mustafa Sarp'ı oynatmadı, Ayhan da cezalıydı.
Medyanın 'ön libero' dediği benim 'kazma' dediğim, sadece top kesen ve kestikleri topu hücuma değil, yana ve geriye veren oyuncuları oynatmadı. Çünkü topu yana ve geriye verdiğin zaman kaybetme derdin yok.
Kaybetmediğin zaman da isabetli oluyorsun. Tüm maçların istatistiklerini tutuluyor ya!.. Ayhan, Türkiye'nin en isabetli pas veren orta sahası!..
Topu rakibe vermemek, olumlu pas vermek değil. Ben bu yaşımla çıkayım, Galatasaray'da oynayayım, bir tane top kaptırmam. Nasıl olsa bir metre yanımda birisi vardır, ona veririm gelen topu. Bu benim fevkalade olumlu, iyi oynadığımı göstermez. Ama istatistiklere bakarsan Ayhan 460 olumlu pas yapmış. 10 bin tane yapsın.
Olumlu pas, hücum başlatan pas, gol pasıdır. Hele rakip savunmanın arkasına bir gol pası attığı zaman, asist olabilecek ya da bir ara pası attığın zaman bu top yüzde 80 ihtimalle akıllı bir savunmaya takılır. Ama yüzde 20 ihtimalle de senin arkadaşın kaleci ile karşı karşıya kalır. İyi futbolcu o yüzde 20 ihtimal için oynar. Ayağını iyi kontrol ediyorsa da o yüzde 20 ihtimal, yüzde 40'a, yüzde 60'a, yüzde 80'e çıkar.
24 GOL ATMIŞ, 25 GOL YEMİŞ
Cevad Prekazi'yi Cevad Prekazi yapan odur. Messi'yi Messi yapan odur. Ama bizimkiler bunu düşünmüyorlar.
Çünkü atamayacaklarını, yeteneklerini biliyorlar.
Öyle maçlar oluyordu ki televizyon başında yüksek sesle sayıyordum, arkadaşlar duysun diye, top 14. defa Galatasaraylı oyuncuların ayağında dolaşıyordu ama daha santrayı geçmemişler! Bunların hepsi istatistiğe 'olumlu pas' diye geçiyor ve bu yan yan koşular da 'koşu' diye geçiyor. '6 bin metre koşmuş.' Vay anasını...
Koşmuş ama nereye koşmuş. Sağ bekten sol beke, sol bekten sağ beke koşmuş! Topu bir metre ileriye götürmemişler, geriye koşmuş, kaleciye vermiş, santradan almış, stopere vermiş yeniden... Bu nasıl oyun?
Şimdi Eskişehir maçında; Galatasaray'ı öne çıkaran unsur, Hagi'nin kurduğu orta saha... Sabri, Neill ve Culio...
Gaziantep maçı 3-2 bitince bizim tabelacılar kıyameti kopardılar. 'Neill'den orta saha oyuncusu olur mu; o adamın yeri stoper.' Biz geçen sene Rijkaard'ın zamanında kaç defa, "Galatasaray'ın sıkıntısı orta saha... Orta sahadan top çıkaramıyor.
Sen bu Neill'i çok iyi top kullanır diye transfer etmedin mi? Galatasaray'da bu kadar stoper var. Gökhan var, Emre Güngör var, Servet var, Emre Aşık var. Neill'i ortada kullan. O çıkarsın topu" demedik mi!.. Rijkaard teşebbüs dahi etmedi.
Ama Hagi baktı ki bu takım yürümüyor, 'Dışarıdan adam alacak halim yok, mevcut kadro içinde bir araştırma yapmam lazım' deyip orta sahaya Neill'i getirdi, sağına ve soluna da topu ileriye oynayan Sabri ve Culio'yu yerleştirdi. Üç ileriye oynayan adamla Galatasaray, arka arkaya iki zorlu maç oynadı, 6 gol attı. Haftalardır gol atamayan Galatasaray 3 gün arayla, 6 gol attı.
Bu demek ki düşündü ve buldu.
Savunmadaki zaaf devam etmiyor mu; ediyor. Ama Galatasaray'ın asıl sorunu gol atamamak. Galatasaray 25 gol yemiş, savunması zaten iyi değil. Ama esas sıkıntı gol atamaması... 20 maçta, 24 gol atmış. Yediğinden az atmış. Sıkıntısı atamamak... 'Nasılsa yiyorum.
Benim atmam lazım' düşüncesini alkışlamak lazım. Bu düşünce iki maçta 6 gol getirmişse eğer...
İlk defa Gaziantep maçında sahaya çıkardığı takımı gördüm alkışladım Hagi'yi... Eskişehir maçında da bu düşüncesinde kararlı ve ısrarlı olmasını da ikinci kez alkışladım.
Çünkü medyanın lafı ile değişiklikler yapıldığını biliyorum.
Bu hafta Schuster'in Ernst ile Fernandes'i tercih etmesi, Guti'nin olmadığı bir hafta Quaresma'yı değil de Hilbert'i oynatması bana sorarsan medya baskısı...
Hagi 'Benim kaybedecek bir şeyim yok' deyip aramaya başlamış. O zaman doğruyu bulma şansın yüksek. Hagi'nin yaptığı bir futbol dersi de değil aslında bir hayat dersi...
-Belki daha önceden bu değişiklikleri veya denemeleri yapsa Galatasaray daha iyi bir yerde olabilirdi.
Yine de bu noktaya gelmiş olması iyi. Yaptığı bu değişikliklerden sonra da kaybetseydi Galatasaray; kimse 'Galatasaray kaybediyordu, yine kaybetti' demezdi. Hagi'nin kellesini isteyenler artardı. 'Bu adam saçmalıyor' diye...
KALECİLER GERİYE GİDİYOR
-Kaledeki sorunu çözmesi için alınan Zapata, iki maçta kalesinde 5 gol gördü. Yediği gollerde büyük hataları yoktu ama 5 gol yemesi de ilginçti. Siz Zapata ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda benim itirazım var. Galatasaray yerli kalecileri, Aykut ve Ufuk'u bir kere daha ikinci plana itti ve Zapata'yı oynattı. Zapata'nın 2 maçta yediği 5 golde hatası olmayabilir. Büyük takımın kalecisi, yediği gollerde hatası olmayan kaleci değil!
Büyük takımın kalecisi gol kurtaran kalecidir. Çerçeveye beş top gelmiş, beşini de yemişse hatalı olup olmadığın beni ilgilendirmez. 'Birini de kurtar kardeşim' derler. Kaleci isen birini de kurtaracaksın.
Tutulacak topu tutan, yenilecek golü yiyen adam değil benim kaleci tarifim. Gereğinde golü kurtaran, gereğinde maçı kurtaran, gereğinde turu kurtaran, gereğinde kupayı kurtaran adam olacaksın. Zapata bende böyle bir izlenim vermedi bu iki maçtır.
O zaman Türk kalecilerinin kusuru ne? Ama biz hep böyle yapıyoruz. Son yıllarda Galatasaray'a gelen Simovic'ten bu yana, Taffarel'den sonra gelen kalecileri şöyle bir düşün; Mondragon dâhil büyük kaleci yok.
Niye Fenerbahçe yerli kalecilerde ısrar ediyor; Rüştü'yü, Volkan'ı oynatıyor? Niye Trabzon yerli kalecilerde ısrar ediyor? Trabzon ve Fener olmasa milli takıma kaleci bulamayacağız neredeyse...
Galatasaray ısrarla ve inatla yabancı kaleci getiriyor.
Hangisi akılda kalıyor gelenlerin? Zapata da bunlardan birisi olacak görünüşe göre. Onun için kendi kalecine sahip olmak önemli.
Bir de şu var; bunu hep söylüyorum, ısrarla söylüyorum:
Galatasaray'a gelen kaleci geldiği günden itibaren geri gidiyor. Yerinde bile saymıyor. Yani Galatasaray'ın kaleci antrenörüyok. Yıllardan beri Galatasaray'ın bir kaleciyi aldığından öteye götüren antrenörü yok. Bu adam Galatasaray'a 60 seviyelerinde geldi, Galatasaray'da 80 oldu, 90 oldu. Hayır, böyle bir şey yok.
Yönetimin artık bunu ciddi olarak düşünmesi lazım.
Galatasaray'a gelen kaleci niye geldiğinden kötü durumda oluyor ve Galatasaray'dan tekrar döndüğü zaman niye yine daha iyi oynuyor? Galatasaray'a gelip yuhalanıpgidenler şimdi Avrupa'da oynadıkları takımda iyi oynuyor.
RÜŞTÜ'DEN DERS ÇIKARDI -
De Sanctis, Napoli ile İtalya'da yılın kalecisi seçildi.
Demek ki bizde olmayan bir şey var. Kaleciyi sahipleneceksin psikolojik olarak. Adam korkarak durmayacak kalede. 'Ben bir hata yaparsam giderim' demeyecek.
Türkiye'nin en büyük kalecilerinin yedikleri golleri ben çıplak gözle izledim. Turgay Şeren başta, Yasin Özdenak başta. Simovic geldiği zaman yazılanları hatırlayın. "Simovic'in ikiz kardeşi mi geldi acaba? Bizi kazıkladılar mı?" diye bırak eleştirmeyi, alay ediyorlardı.
Ama zaman içinde takıma alışacaksın, kendine güveneceksin, hocana güveneceksin, yönetimine güveneceksin 'Ben bu takımın kalecisiyim' diyeceksin.
Kim ne derse desin. Ben kıyametleri kopartıyorum Aziz Yıldırım için... Ama adam hep kalecilerinin arkasında durdu. Yer yerinden oynarken... Bir tek olayı vardır; Rüştü'nün saldırıya uğradığı gece... Ama o geceden çok iyi ders aldı. Ondan sonra hep kalecilerinin arkasında durdu. Hiçbir kaleciyi aslanların önüne atmadı. 'Ben yabancı futbolcu hakkımı kaleci ile kullanırım' demedi hiç...
* * *
KURAL KONULSUN
Galatasaray'ın iyi futbolunda Türk Telekom Arena'nın da büyük bir payı var. Taraftar her şeye rağmen Eskişehir maçında yine takımını yalnız bırakmadı. Ama yaşanan kötü bir olay da var. Tribünden atılan şişe küçük bir taraftarın başına isabet etti ve ciddi şekilde yaraladı. Şişenin rakip tarafların bulunduğu yerden geldiği şeklinde iddialar var. Bu konuda acilen bir düzenleme yapılması gerekmiyor mu?
O tamamen bir yönetim hatası. Altlı üstlü tribünlerde katiyen iki ayrı takımın taraftarı alt alta oturtulmaz. Üstte Galatasaraylılar olabilirdi, altta Eskişehirliler olabilirdi.
Hakem Galatasaray'ın aleyhine bir aptalca karar verebilirdi. Alttaki Eskişehirli çocuğun kafası yarılırdı. Hele bir de bizdeki taraftar kavgasını düşün. Sen yukarıdan bakıyorsun aşağıdaki taraftar sana sövüyor.
Her an bir şey sallayabilir. Onun için Avrupa'da, konuk takım taraftarı bir kale arkasına yerleşir. Atsa da tutsa da etse de kendi içindedir.
Yan tribüne, kapalıya veya numaralıya bir şey atamaz. O kadar tel örgüler var, fileler var.
İNSAN HAKLARINA AYKIRI
-Biz bunu yapmıyoruz. Minnacık bir yer ayırıyoruz, ondan sonra sağında solunda boşluklar bırakıyoruz, 'yandan bir şey gelir' diye. Ama üstündeki adam oturuyor. Böyle bir şey olur mu?
Gelecek sezon başlarken Futbol Federasyonu'nun, kulüplerin ve de valiliklerin, Futbolda Şiddet Yasası ile valilikler de önemli bir yer kazandılar, deplasman maçlarında oturuş şeklinin sağlıklı bir sisteme kavuşturmaları lazım. 'Beşiktaşlılar Bursa'ya gitmesin, Bursalılar İnönü'ye gelmesin.' Böyle bir şey de yok. Bu İnsan Hakları'na, Anayasaya aykırı... İnsanın seyahat ve maç özgürlüğünü, tuttuğu takım engeller mi ya? Ankaragücülü isen Bursa'ya geliyorsun, Beşiktaşlı isen gelemiyorsun. Bursa valiliğinin görevi herkesin orada güven içinde maç seyretmesini sağlamak.
Bence çözüm budur. Bir açık tribün konuk takıma tahsis edilecektir.
KEYFİNE GÖRE OLMAZ
-O şişe de sorgulanabilir aslında!.. Tribünde olmaması gerekiyordu. Bir güvenlik zafiyetinden de bahsedilebilir. Şişe girmiyor adam sırayı söküp atıyor. - Maalesef... Tribünde çareler tükenmiyor!..
Plastik şişenin atılmasını mı tercih edersin kafana, koca sandalye mi düşmesini tercih edersin? Evvela bu şiddeti önlemenin yollarını arayacaksın. İnşallah bu yasa çıkarsa o zaman herhangi bir şeyi atan, hapse düşmesine yol açacak bir suç işlediğini bilecek. Bu bir önlem olacak ama yetmez. Seyir şeklinin de bütün statlar için bir tek tip yapıya getirilmesi lazım. Antep'te Antep'in keyfine göre, İstanbul'da İstanbul'un keyfine göre değil.
Türkiye'nin her stadında herkes bilecek ne olacağını...
Asıl buna paralel; bilet ücretleri konusu...
Bilet ücretleri serbest. Şimdi sen bir maçında rakip seyircinin gelmesini istemiyorsan ya da 'Bunlar nasıl olsa gelecek. Fırsat bu fırsattır. Ben bunları bir soyayım' diye düşünüyorsan her maç bilet fiyatı 10 lira iken o maçın bilet fiyatını 110 liraya çıkarıyorsun. Kendi taraftarlarına el altından yine bedavadan dağıtıyorsun. Ama İstanbul'dan, İzmir'den, Adana'dan, şuradan buradan gelen rakip seyirci 110 lira ödemek zorunda! O kadar yoldan gelmiş ödüyor adam ya da gelmiyor maça sen rakip seyirci baskısı olmadan, kendi seyircin ile maçı götürüyorsun. Bunu da Federasyon ve Kulüpler Birliği önlemini almalı. Bir maçın biletleri asgari bilete göre olur. Numaralıyı kaç para yaparsan yap... O zaten zenginlerin tribünü... Ama parası olmayan insanların gideceği kale arkası tribünlerinin biletlerinin fiyatları ile oynamamak lazım. Bunun da adı konmalı.
* * *
ALEX'İ KADROMDA İSTERİM
-Alex'in kalmış olması ile birlikte 'Fenerbahçe'nin iki sene içinde oynayacağı futbol da şekillendi' diyebilir miyiz?
O, o kadar değil. Ben teknik direktör olsam Alex gibi bir futbolcunun kadromda olmasını isterim. Çünkü bir takım her zaman iyi oynayamaz. Her zaman formda olamaz. Grafiği her zaman yukarılarda gezemez. Düşüşler vardır. Dünyanın en büyük takımlarının da düşüşleri vardır. Barcelona da düşüşe geçer. İşte dünya futbolunun devi Brezilya senelerdir düşüşte, kendini toparlayamıyor.
Onun için hiçbir şeyin olmadığı zamanda tek başına maçı getirebilecek adamlardan biri Alex.
Böyle bir adamın kadronda olmasının hiçbir mahzuru yok. İstersen oynatırsın istersen oynatmazsın.
HESAP VERDİĞİ GÖRÜLMEDİ
-Alex'in kalması kimin kararı? Zira Kocaman ilk başlarda Alex'e pek de sıcak bakmıyordu. Bence Aziz beyin kararı...
Fenerbahçe'nin bütün büyük kararları Aziz bey veriyor. Aykut Kocaman'ın herhangi bir karar verdiğine inanmıyorum. Karar veren bir teknik direktör Aziz Yıldırım'ın bütün bu yaptıklarına sessiz kalmaz.
Ben demiyorum ki çıksın, Aziz Yıldırım'a medyanın önünde çatır çatır cevap versin. Ama en azından ikili bir görüşmede "Aziz bey bunları böyle yapıyorsunuz. Ben müşkül durumda kalıyorum. Lütfen yapmayın' dersin. Aziz bey de onları yapmaktan vazgeçer.
Ama Aziz Yıldırım eskisi gibi devam ediyor. 11 teknik direktör zamanında ne yaptıysa 'Bu işi ben bilirim. Ben yönetirim. Şampiyonluk kaybedildiği zaman hesabı verecek benim. O zaman bütün kararları da ben alırım.' Ama bugüne kadar da kaybedilen hiçbir şampiyonlukta Aziz Yıldırım'ın hesap verdiğini gören olmadı.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.