Kimse transfer beklemesin
İlk yarının sonuna yaklaşırken herkesin aklında transfer var.
Öncelikle şunu belirtelim; takımlarımızdan yüksek maliyetli bir transfer beklemiyorum.
Nedenleri aslında çok açık; özellikle borsaya açık kulüplerimiz kasım ayının sonuna kadar sermayelerindeki eksikleri tamamlamak zorundalar.
En düşük rakam 100 milyon dolar. Önce bu paraları bulmaya çalışacaklar ki, başlarına bir felaket gelmesin.
Eğer konumuz Fenerbahçe ise durum kritik! Borsa 200 milyon lira istiyor. Nisan ayında 100 milyon lirayı aşan tahvil ödemeleri var. Bunun yanında da kontralı borçlarını ödeyecekler.
Eğer altın üçlü (Ferit Şahenk, Nihat Özdemir ve Ali Koç) bir yardımda bulunmazsa Fenerbahçe transfer yapamaz.
Galatasaray tarafı çok heyecanlı. Ünal Aysal, Mancini'ye bir 'hoş geldin' hediyesi vermek isteyecek. Bu da muhtemelen Ada'dan olacaktır.
Ve yine muhtemelen Ünal Aysal cebinden karşılayacak.
Kadronun yerli kalitesini artırmak istiyorlar. Ama bu noktada da transfer havuzu o kadar dar ki ancak yurtdışından gurbetçileri getirebilirler.
Dolayısıyla oyuncu kalitesinden önce oyun kalitesini yükseltmek zorundalar. Bu da mevcut oyuncuların performansını artırarak olabilir.
Yanal'dan dersler
Derbi bittiğinde Ersun Yanal, Emenike ile ilgili sorulara "Biz burada takım oyunu oynuyoruz.
Emenike de bunun bir parçası. Olmak zorunda.
Eğer istemiyorsa tenis oynasın" şeklinde yanıt verdi.
Aslında futbola bakışımızın çağ atlamasını seslendirdi.
Aykut Kocaman'ın Alex ile yaşadıklarının ardından takım olarak elde ettiği başarı bundan sonra her teknik direktörün en önemli kozu oldu.
Oyuncu üstüne kurulu yorumlar ve beklentiler minimuma indi. İstikrarlı başarının takım performansından geçtiğini taraftarla beraber yöneticiler de anlayınca sistem ve organizasyon ön plana çıktı.
Dikkat edin uzun zamandır "10 numara" arayan takım duymuyoruz, okumuyoruz.
Çünkü gündem takımın parçası olmayanları dışlıyor.
Ersun Yanal, 13 milyon euro verilerek alınan, takımın en değerli isimlerinden olan bir futbolcusu için "Gidip tenis oynasın" diyebiliyorsa, herşeyden önemlisi bu yorumu yüzde yüz destek buluyorsa önemli bir adım atmışız demektir.
Felsefenin peşinde İrlanda
karşısında bir çok yeni isim görev almasına rağmen Milli Takımımız'ın herşeyden önce hazırlık maçlarının genel hastalığı olan konsantrasyon eksikliği bu kez yoktu.
Ve Fatih hoca her fırsatta üçüncü bölgede rakibi rahatsız etmek, hataya zorlamak için ikili-üçlü sıkıştırmalar yaptırdı.
Bu pozisyonlardan çok top kaptık, rakibi de defans yapmak zorunda bıraktık.
Yenik bir takımın sahasında beklemeyi tercih etmesi bu baskı karşısında çaresizlik hissetmesinden.
Oyuncular değişir, ama bu anlayış yerleşirse en azından felsefesi olan bir takıma kavuşuruz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.