UEFA için “süper itiraf” zamanı
Avrupa Süper Ligi denemesi futbolda kısa süreli bir kaosa neden oldu. Hafta başından beri ortalık toz duman. Her kafadan bir ses çıktı. Kimi açgözlülükten, kimi futbolda ruh kalmadığından, kimi de önünde sonunda bu tip bir oluşumun gündeme geleceğinden bahsediyor. Bir yanda yaptırım tehditleri ve ceza açıklamaları, öte tarafta "bizim gücümüz var" şımarıklığı…
Peki, futbol bu noktaya kendi kendine mi geldi? Hatırlayın… Şampiyonlar Ligi 1992 yılında sadece şampiyonlara ev sahipliği yapıyordu. Dört yıl sonra büyük liglerin temsilcileri birer, ikişer artmaya başladı. Bugün artık UEFA'nın zirvesindeki ülkelerden dörder takımın katıldığı organizasyona bazı ülkeler şampiyonlarını bile gönderemiyor. Yani yine parası ve gücü olan, sisteme yön veriyor. Aslında sebep-sonuç ilişkisi… Ve sebep hep aynı: Para! Özellikle bahis oyunları ortaya çıktığından beri "para futbolun öznesi oldu". UEFA maç sayısını arttırmak için yapmadığını bırakmadı. Öyle olmasa Avrupa Uluslar Ligi saçmalığı bu olağanüstü ortamda araya sıkıştırılır mıydı?
Guardiola daha birkaç hafta önce FIFA ve UEFA'yı suçlayarak "Bu kadar sıkışık takvim yapılmaz. Futbolcuları öldürüyorlar" demedi mi? Bahis şirketleri, sponsorların dayatmaları, menajer oyunları derken transferde havada uçuşan bol sıfırlı paralar nasıl çıkacak? Amerikan finans devlerini işin içine sokarak para bulmayı düşünenler aynı fikrin temsilcileri. Yani, yok aslında birbirlerinden farkları. Ama unutulmasın UEFA kendi canavarını kendi yarattı. Pandemi ise süreci hızlandırdı. İsviçre'deki kibirli beyefendilerin bu krizi bir uyarı olarak görüp, özeleştiri yapmaları gerekiyor. UEFA daha katılımcı bir yaklaşımla yeniden organize olmak zorunda. Bu arada Süper Lig kalkışmacılarının da bir bedel ödemesi gerekir. Umarım aynı lobiler bu garabeti örtbas etmez.
ALİ KOÇ'UN ZOR SEÇİMİ
Emre Belözoğlu yönetimindeki 4 maçta 3 galibiyet, 1 beraberlik performansı Fenerbahçe camiasında "şampiyonluk" kelimesinin yeniden dillendirilmesine yol açtı. Buradan şampiyonluk çıkar mı bilemiyorum. Ama Emre Belözoğlu, fikri ve oyun planı olan, bunu belli ölçüde sahaya yansıtabilen bir futbol aklı olarak Sarı- lacivertli taraftarların gönlüne su serpmeyi başardı. İşte mesele tam da burada başlıyor. Şampiyonluk zaten doğal olarak Emre Hoca'nın sözleşmesini uzatır. Asıl mesele şu: ikincilik vb. durumlarda teknik direktörün kaderi nasıl şekillenecek? İşte, burası zor. Dünyaca ünlü bir hocaya kimse hayır diyemez. Ama ligi ve takımını tanıması zaman ister. Yine başa dönülür. En az 10 maç zaman vermek gerekir. Uzun vadeli düşünmek, sabretmek gerek denir. Büyük paralar da cabası. Emre Belözoğlu sezona başlar, işler iyi giderse ne ala. Gitmezse, gelsin yedinci hoca! Kaybolan bir şampiyonluk umudu daha. Özlem etti mi sekiz yıl? Özetle bu sezon elde edilecek bir şampiyonluk, tek başına şampiyonluktan çok daha fazla şey ifade edecek. Olmazsa, Ali Koç'u çok zor bir seçim bekleyecek.
ACİL KAN ARANIYOR
Beşiktaş kan kaybediyor. Ligin en kritik noktasına gelmişken, altı maçta iki galibiyette kalmak bütün planları alt üst etti. Fenerbahçe beraberliğinden sonra takımın kimyası bozuldu. İşin kötüsü mental anlamda işler her hafta biraz daha kötüye gidiyor. Baskı net biçimde hissediliyor. Buna bir de sakatlar ve Kovid eklenince sıkıntı iyice büyüdü. Aboubakar, Beşiktaş dinamiğinde çarkın en önemli dişlisi. Onun yokluğu dolmuyor. O olmayınca Larin de fonksiyonlarını kaybediyor. Siyah- Beyazlı takımın orta sahasında da belirgin bir geriye gidiş var.
Bu bölgede oyuna akıl koyacak ve kreatif etki yaratacak isim bir türlü çıkmadı. Ljajiç ve Mensah'ı Hoca tu-kaka ilan etti. Oğuzhan sakatlandı. Dorukhan o profilde değil. Atiba'dan 10 numara çıkar mı? Velhasıl Beşiktaş da sıkıntı var. Ama ligin üçte ikisini domine eden teknik adam ve takımın, bu noktadan işi çevirebilme potansiyeli de var. Burada iş Sergen Yalçın'a ve takımın tecrübeli isimlerine düşüyor. Kan kaybını durdurmak zorundalar. Yöneticiler için de vakit, takımı maddi-manevi motive etme vaktidir. Derbi maça kadar kayıpsız gitmek şart. Aksi taktirde bedel çok büyük olur.
BİTTİ DEMEDİ AMA
Galatasaray'dan, Göztepe maçındaki dinamik, istekli ve agresif futbolu Trabzonspor karşısında da bekleyenler vardı ama ne rakip ayrı rakipti, ne de Galatasaray aynı Galatasaray! Halil-Babel değişikliği dışında sahada aynı oyuncular olsa da günlük başarılardan istikrarlı değişiklikler beklemenin iyimserlik olduğunu çok kimse göz ardı etti. "Neden Halil yok?" diye Fatih Terim elbette eleştirilebilir. Ama derbi hüviyetindeki bir maçta tecrübeli oyuncusunu sahaya sürdü diye Hocayı hedefe koymak, bana göre tribüne oynamak olur. Sarı-Kırmızılı takımda sadece sakat oyuncular yok. Hoca-Başkan-Futbolcular üçgeninde yaşanan gerilimin yol açtığı sorunlar da var.
Yaklaşan seçim öncesi mevcut yönetim kuruluna da yansıyan taht oyunlarını söylemiyorum bile. Böyle bir ortamda başarı beklemek kusura bakmayın ama hayalciliktir. Bütün bunlara saha içinden çok dışına motive olan Fatih Hoca'nın formsuzluğunu da eklersek resmi tamamlamış oluruz. Bence anlattıklarımın özeti, maç sonunda Fatih Hoca ile Arda'nın yedek kulübesinde verdikleri görüntüde ortaya çıkıyor. Çaresizlik! Fatih Terim'in "Biz bitti demeden bitmez" sözü Türk futbolunda bir motto oldu.
HOCA Trabzonspor maçından sonra da "hala şansımız var" dedi. Dedi ama sanırım çok az kimseyi inandırabildi.
ENDER FİKİRLER - Ender Bilgin
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.