Şimdi tribünler sessizdir. İkinci yarı ya da ilk maç oynanana kadar da sessizliklerini koruyacaklar. "Ruhun yeter" yazılı pankart geliyor aklıma. 80'li yılların ortalarında açılan 'Terk etmedi sevdan bizi!' ibareli pankart sonra. Başka türlü bir sevme biçimi öneren yazılar duvarlarda. Bu sevme biçiminin hallerine uygun mu Galatasaray'ın halleri? Düşünün ki bir ekip yaratıyorsunuz yeniden; tamam çok para harcamayacaksınız. O da anlaşılır. Eldekiler ve denk bütçe diyorsunuz. Ama geri dörtlüdeki en elemanter adamınız Gökhan sakatlanıyor sık sık, hemen aynı yeri paylaşan ve Galatasaray'ın bütün yükünü sırtladığını söylediğiniz Servet ilk yarı bitimine doğru 'sık kadro değişikliğinden yakınıyor!' Öncesinde Elano'ya ona buldunuz Keita'ya yer bulamıyorsunuz saha dizilişinizde. Anlaştığınız teknik adamın bir süre sonra oyunu okuyamadığı ortaya çıkıyor.
Hakeme mi yazılacağız? Kaleciden bir tat aldınız mı? Peki orta saha çok mu yerinde? İleride Nonda bir muamma olarak dururken ilk yarının son haftalardaki en iyisi Keita'nın Dünya Kupası maçlarıyla birlikte iki buçuk ay takımda olamayacağı gerçeği gelip dayanmış kapınıza ne yapacaksınız? Ezeli rakip 'üç yıl şampiyon olacaklarını söylemiş!' gereği neyse yapıyor. Siz de hakemlere mi yazılacaksınız? Formanızı yırtıp bağıra çağıra hindi gibi kabararak mı dolaşacaksınız ortalıkta, aslan gibi mi? Temdit koyarak mı süreceksiniz takımı sahaya, tehdit ederek mi? Ortam gerginliklerinden medet umarak mı, takır takır top oynayarak mı? Galatasaray kültürü bu tür şeyleri kaldırıyor mu? Kongre ayı yaklaşıyor. Ve ağzım gözüm diyene kadar biter bu 'maraton!' Söyleyin de bilelim önünüze gelip gelip teptiğiniz liderlikşampiyonluk kısmetinin Galatasaray'da karar kılması için ne yapacaksınız? Hangi pankartı asacaksınız Galatasaray tribünlerine? Söyleyin!!!