Gerçeği söylemek gerekirse Fenerbahçe, maçın ilk dakikalarında haylice zorlandı. Bunun birden fazla nedeni vardı. Birincisi, Turkcell Süper Lig'in en dişli takımlarından biri olacağını ilk 3 haftada kanıtlayan Manisaspor'la oynamasıydı şüphesiz. Yeri gelmişken, Mesut Bakkal'ın bu görüntüdeki payının altını çizmem gerekiyor. Sayın Bakkal, yıllardır sesiz sedasız bal arısı gibi çalışırken, sınırlı bütçe ve kadrolara rağmen, yakınmadan teslim aldığı kadrolarla değişik takımlarda saygı duyulacak işler başarıyor. Ancak, sarı lacivertlilerin asıl sorunu kendisinden kaynaklanıyordu. Alex sakatlık sonrası beklenen etkinliği gösteremedi. Bekir oyunun iki yönünde aksadı. Gökhan'ın yokluğu her açıdan nanik yaptı. Kazım yeterince üretken olmadı. Bütün bunlara Tolga Özkalfa'nın konuk ekibin aşırı sert oyununa göz yumması da eklenince, bloklar birbirinden koptu, organize olma sorunu yaşadı ve Güiza'ya servis yapamadı Daum'un öğrencileri, dolayısıyla ilk 60 dakika keçiboynuzuna dönüştü adeta ev sahibi adına.
Daum da havaya girdi Sanırım, bu manzaranın tek adı var; Rehavet. "Ben, yarım Türküm" diyor ya Daum, demek ki bizim gibi çabuk havaya girdi. Haydi Alex her an şapkadan tavşan çıkarabilecek bir yetenek. Ama Kazım'ın ve Carlos'un böylesini, Emre'nin bu kadar tekme yemişini 70 dakika sahada tutmak zorunda mısın? Elinde Mehmet Topuz, Semih ve Özer'in var. İyi de bu muhteşem taraftarın yüreğini ağzına getirmek, Fenerbahçe'yi Sırat Köprüsü'nden yürütmek zorunda mısın? Sanırım, bu maç hem Daum hem öğrencileri adına önemli bir ders olacaktır. Tabii, aynı şekilde Emre için de. Bu kadar yetenekli, İngiltere ve İtalya gibi dünyanın en önemli iki ülkesinin gözde kulüplerinde oynamış bir futbolcunun sinirlerine hakim olamaması akıl alacak şey değil doğrusu.