Aklında bir sayı tuttu! Prensi Delgado'ya olan zaafı ve Rodrigo Tello'yu ileri çekmesi orta sahayı boşaltmıştı Tek santrfor inadı da pahalıya patladı ama Denizli umutları 26. haftaya taşımayı başardı
Mustafa Denizli, Ümraniye'ye adım attığı andan itibaren, yorumcuyken yere-göğe sığdıramadığı ve "Her sistemi oynar" dediği Beşiktaş kadrosunu ince eleyip sık dokumaya başladı... Çünkü her sistemi oynar diye düşündüğü takımın hangi sistemle daha başarılı olabileceğini kestiremiyordu... Klasik 4-4-2'ye Delgado uymuyor, üç savunma dikiş tutmuyor derken kafalar karışıyordu... Bu arayışlar sırasında, Ertuğrul Sağlam'ın görmezden geldiği Ekrem Dağ'ı yeniden keşfeden hoca, Tello'ya "abartılı özgürlük" tanıyarak hücum gücünü artırmayı hedefledi. Şilili daha az koştuğu hücum bölgesinde gol ve asist anlamında iyi performans gösterirken klasik bir sol kanat oyuncusu gibi oynamayı unutuyordu...
Delgado'nun da hiçbir şekilde orta alana destek vermemesi bu bölgede Beşiktaş'ı çok zor duruma düşürdü. En zayıf rakipler bile orta alanda at koşturarak Beşiktaş'ı sıkıntıya soktu. Denizli bu gerçeği uzun süre görmek istemedi. Daha doğrusu bu problemin asıl nedeninin Delgado olduğunu kabullenemedi. İkili mücadelelerde ortalarda görünmeyen, hücum bölgesinde bile etkili olmayan Delgado'yu oynatmayı sürdürdü... Hal böyle olunca da cicim ayları çabuk geçti... Hocanın bir başka hatası da "Çift santrfor" konusundaki önyargılarıydı. "Çift santrfor benim sistemime uygun değil" diyerek tfutbolun gerçeklerine kafa tuttu. İki önemli konudaki inadı hocaya değilse bile Beşiktaş'a çok pahalıya patladı. İnönü'deki Sivas beraberliği ve Kayseri mağlubiyetinin ardından işler sarpa sardı. Kocaeli maçı öncesi bu konuda en sert eleştirimi yaparak hocayı bir kez daha uyardım. "Delgado'yu satmak şampiyon olmaktır ama Denizli bunu yapmaz. Arjantinli şu Kocaeli maçında iki gol atar ve paçayı kurtarır" dedim, aynen de öyle oldu. Beşiktaş 2-0 geri düşmesine rağmen 5- 2 kazanırken Delgado attığı golle kendi adına günü kurtardı. Hemen belirtelim bu maç Denizli'nin futbolcularını en çok etkilediği karşılaşma olması açısından çok önemliydi. Fark beklenen oyunun ilk yarısı 45 + 2'de gelen Holosko golüyle zar-zor 2-2 bitmişti... Normal şartlarda teknik adamlar böyle durumlarda konuşmalarına fırça atarak başladıkları için siyah- beyazlı oyuncular da bu beklentiyle soyunma odasının yolunu tuttular. Ancak karşılarına beklediklerinden çok farklı, alışık olmadıkları bir teknik adam portresi görüyorlardı. Panikten ve gerginlikten son derece uzak olan Denizli kısa ve öz konuşup şöyle diyordu: Bu maçı nasıl olsa kazanacaksınız, rahat olun! Bu Beşiktaşlı futbolcuların alışmadıkları kadar özgüven dolu bir konuşmaydı ve ikinci yarıda bu özgüven skor tabelasına da yansımıştı... Madalyonun güzel yüzü buydu ama bir de öbür yüzü vardı. Kocaeli zaferiyle (!) Delgado kurtulurken orta alandaki boşluk gerçeği görmezden gelindi ve dolayısıyla yaraya pansuman bile yapılmadı. Böyle olunca Bursa maçında da aynı tas, aynı hamam vardı karşımızda. Kocaeli maçındaki sanal görüntüye aldanan ve önyargılarından taviz vermeyen Denizli, kaybedilen iki puanla şampiyonluk yolunda işinin biraz daha zorlaştığını net şekilde görüyordu... Golsüz beraberlikle sendeleyen Kartal bir hafta sonra Eskişehir'de de benzer bir sıkıntı yaşamış olsa belki bir daha toparlanamayacaktı ama korkulan olmadı. Büyüklerin belalısı Eskişehir'den alınan üç puanla gülen yüzler, Fenerbahçe ve Galatasaray derbilerinin kaybedilmesiyle yeniden ağlamaklı oldu... Kadıköy'de Bünyamin Gezer Cisse'yi haksız atarak Beşiktaş'ı eksik bırakmıştı ve genel kanıya göre Kartal iyi oynadığı maçı kaybetmişti. Her ne kadar hakem konusundaki yorumlara katılsam bile bana göre o maçtaki yenilginin asıl sebebi Denizli'nin korkması ve Fener'in üzerine cesaretle gidememesiydi... Ali Sami Yen'de ise inanılmaz bir Cüneyt Çakır sahneye çıkınca yine bir derbide, yeni bir darbe yiyordu Kartal. Delgado haksız atılıyor ve Servet'in net faul olan vuruşu gol olarak tabeleya yazılıyordu... Bu iki derbi yenilgisi hakemler konusunda korkuları hortlatırken, Denizli'ye olan güveni sarstı ve şampiyonluğa olan inancı ciddi biçimde zedeledi. Mustafa hoca, Delgado ve tek santrfor konusunda ısrar ederek, 10 maçta tam 16 puan kaybetmiş ve kendisi de moralman yıkılmıştı... Galatasaray maçının ertesinde konuştuğumuzda morali inanılmaz derecede kötü bir Mustafa hoca ile karşılaşmıştım. Haksız kırmızı kart gören Delgado'yu teselli etmesi gerekirken sahanın ortasında azarlamasını eleştirdiğim için bana "Haklısın, yaptığım yanlıştı..." diyordu. Hoca, yorgun, üzgün ve pişmandı... Beşiktaş bu ortamda ilk yarıyı altıncı sırada ve üstündeki beş takımdan toplam 23 puan geride tamamlıyordu. Herkesin, her şeyden ümidi kestiği anda insanların umutlanması için bir şeyler yapması gerektiğini bilen Mustafa hoca vardı karşımızda ve sazı bir kez daha eline alıp doğru tellere vuruyordu. Yılların tecrübesi kurt hoca, "Bugün üst sıralarda olan herkesin şampiyonluk yarışı içinde olduğunu söylemek doğru olmaz. Kimlerin gerçekten yarışın içinde olduğunu ancak 26. haftada söyleyebiliriz. O hafta şampiyonluk yarışı yapanlar belli olur ve Beşiktaş da bu yarışın içinde olur" diyerek bir taşla birkaç kuş birden vuruyordu. Camia sakinleşmiş, umutlar tazelenmişti. Hoca, "Ben bunu söylemeye en çok hakkı olan birkaç kişiden biriyim, kariyerim böyle yarışmalarla dolu" derken boş hayaller peşinde koşmadığını vurguluyor ve yaptıklarını yapacaklarına teminat gösteriyordu. Tabii şampiyonluk yalnızla boş lafla olacak bir şey de değildi. Ligin devre arasında büyük bölümü "aramızda kalacak" şartıyla yaptığımız başka bir sohbette çok net şekilde ortaya çıkıyordu ki, orta sahadaki problemi çözemeden şampiyonluğun gelmeyeceğine sonunda inanmıştı Mustafa hoca... Sonunda gerçeği kabullenmişti... Delgado yetersizdi, Cisse de verimli değildi... Hele hele Tello ileri uç oyuncusu gibi oynamaya başlayınca neredeyse tamamen boşalmıştı orta saha. Bir futbolcunun bana söylediği gibi, "Savunmacılar olarak bizde nabzı hep 180" derken kastettiği buydu. Orta saha yoktu ve tüm yük savunmanın üzerine biniyordu... Zapo'yu orta sahada denedi, Ekrem'i ön liberoya çekti ama ikisi de olmadı. Sivok da o bölgeyi sevmeyince yönetimden transfer istedi. Şampiyonluk için bu şarttı. Başkan Yıldırım Demirören'e, "Bu orta sahayla şampiyonluk çok zor"dediğinde başkan, hocaya hak verdi. Hemen çalışmalar başladı ama bütçe de zaman da alternatifler de kısıtlıydı. Bu nedenle, son yılların en başarılı ara transferi Ernst'in işi bitene ve Yusuf Ümraniye'ye gelene kadar deyim yerindeyse hocanın uykuları kaçtı.. Alman panzeri Ernst'in gelmesiyle peşin satan gibi rahatlarken, sezon başından beri eleştirdiğim Delgado konusunda, hiç kabul etmese bile benimle aynı fikirde olduğu Yusuf'u istemesiyle ortaya çıkmıştı... Beşiktaş'ın maddi durumu iyi değildi ve bu şartlarda Yusuf dışında bir alternatif bulmak zaten çok zordu. Ancak ona da Trabzonspor el atmış ve bayağı bir yol almıştı. Neredeyse her şey bitmiş bir tek resmi imza atılmamıştı. İşte bu noktada Karadeniz Fırtınası büyük bir hata yaparak "Nasıl olsa bizden başka bir yere gidemez, bağlantıyı kopardı artık Bursa'ya da dönemez" mantığıyla çok ağır hareket etti. Bu tavır Bursaspor ve Yusuf'u canından bezdirirken diğer yandan da Beşiktaş'ın iştahını kabarttı... Sonra... Sonrası malum... Bir gece ansızın Yusuf Şimşek, Beşiktaşlı oluverdi..