Siyah beyaz filmlere dalıyorum hâlâ... Futbola en büyük darbenin, televizyonlarla vurulduğuna inananlardanım. Popülerlikle, soytarılığı el ele tutuşturan ve insanları kışkırtan renkli camlara öfkeyle bakıyorum. O yüzden siyah beyaz filmleri izlerken, "Çocukluğuma bir bakıp çıkacağım" diyorum, renkli gardiyanlara. Eski 45'lik plakların tadını dinleyen bilir. Fenerbahçe ve Galatasaray maçlarını aynı tribünden izlediğimiz yılları çağırmak mümkün değil ama eski günleri hatırlamak da fena bir şey değil. Pazar günü çok önemli bir derbi var. Ligin tepesinde kırılma gecesi. Bu derbiyi tarif ederken, iki dağın zirvesi diyebiliriz. Birbirlerinden nefret etmesi için her türlü şartların oluşturulduğu iki dağ... "İkimizin resmini çıkarsınlar yan yana" türküsü, asla ve asla iki takım arasındaki maçlarda söylenmez. Ama her takım kendi sevdasının önünde diz çökerken, karşı takımın sevdasına da saygı duymalı. Hiçbir takımın sonsuza kadar kazanması mümkün olmayacağına göre, iyi olanın kazanmasını dilemek, sportmenliğin en has yolu. Pazar günü maçın sonucunu seyirci belirler. Maçın anahtar adamları Arda, Baros, Lugano ve kaleci Volkan olur. Adı üstünde derbi, her türlü sonuç olur. Eski fotoğraflardaki kayıpları, elbette bir maçla geriye çağıramayız. Ama bu pazar ve ondan sonra gelen diğer derbilerden, bizlere kalacak bir miras olmalı... Derbiler küfürle anılmasın!