Şu sistem, bu sistem Geçen haftadan bu yana arkadaşlarımla ne zaman Trabzonspor-Beşiktaş maçını konuşuyor olsak, ilk soru, "Beşiktaş'ta Yattara'yı kim tutacak. Tello bu işi başarabilir mi?" sorusu oldu. Maç öncesi yorumları da bu soruya verilen çeşitli cevaplarla şekillendi. Kimi, "Beşiktaş şu sistemle oynarsa, oyuncular da sisteme uyabilirlerse kazanır" dedi. Kimisi de "Trabzon tam saha pres yapar. Hızlı adamları ile Beşiktaş savunmasını deler. Beşiktaş aynı şeyi yapamaz. Holosko da yok üstelik. Bu sistem de Trabzon, Beşiktaş'ı yener" diye konuştu. Ben sistem kargaşasına hiç girmem. O işi teknik direktörlere bırakırım. Sahaya çıkan futbolcuların işlerini ne ölçüde iyi yapıp, yapmadıklarına bakarım. Bu nedenlerle de maç öncesi konuşmalarda hep geri planda kaldım. Son sözü de maçtan bir iki saat evvel söyledim. "Şu sistem, bu sistem anlamam. Her şey yalan, bu gerçek. Maçta neler olacağını göreceğiz."
Yenemezsen yenilme! Yattara bırakın ilk 11'i 18'de bile yoktu. "Tello, Yattara'yı tutabilir mi?" sorusu havada kaldı. Maçın ilk dakikalarında takımlar er meydanına çıkmış iki başpehlivan gibi birbirlerini yokladılar. Ama çektikleri elenseler çok zayıftı. Sallanan olmadı. Herkes koşuyordu. Birbirlerine dişlerini gösteriyordu ama, ısıran da olmadı. İlk devre bittiğinde kendi kendime sordum "Bu maçta gol olur mu?" diye. Cevabı da anında verdim. "Olur olmasına da, ya biri kişisel hata yapacak, ya da biri üst düzey kişisel beceri gösterecek." İkinci devre için yerime otururken de arkadaşlardan biri "Son dakikalara zinde giren malı götürür" diye bir laf attı ortaya. Bu düşüncelerin hiçbiri ikinci 45 dakikada gerçekleşmedi. Her iki takım da diri kaldı. Son pasları becerisiz olan Beşiktaş pozisyona giremeden maçı bitirdi. Şu sistem, bu sistem değil de "Yenemezsen, yenilme" sistemi bu maçta geçerli oldu. Aslında şampiyonluğun en büyük iki favorisi görünümündeki iki testi çarpıştı. İkisi de sağlam çıktı. Kırılan testi olmadı.