Parayı veren düdüğü, hakemi olan şampiyonluğu çalıyor
Olimpiyatların ma l sahibinin yani Uluslararası Olimpiyat Komitesi İOC'nin tam on adet sponsoru vardır.
Bu sponsorların altısı Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya çapındaki devasa şirketleridir.
Oyunlar, her ne kadar bir oylama ile veriliyor gibi görünse de ev sahibi olacak ülkeleri büyük ölçüde paravanın arkasındaki bu Amerikan şirketleri belirlemektedir.
Oyunlarda sporcular yarışsa da, oyu ülkeler kullansa da, oyun kurucu hep sponsorlardır. Yani; parayı veren düdüğü çalmaktadır.
Birçok ülkenin peşinden koşup alamadığı, alanlar arasından da sadece birkaç ülkenin en fazla bir ya da iki defa tekrar düzenlemeyi başarabildiği spor organizasyonlarının bu sultanına, Amerika'nın tam dokuz defa ev sahipliği yapması da işte bu yüzden tesadüf değildir. Bütün bunları bilip de sporda hala dostluktan, barıştan, kardeşlikten ve 'Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü' sloganından yana iseniz, manzaraya bir kez de dünya konjonktüründen bakmanız ve modern zamanlar diye nitelendirdiğimiz sporun şimdiki zamanlarını başka türlü okumanız gerekiyor. 'Citius, Altius, Fortius' günleri çok gerilerde kaldı artık... Bugünün dünyasında spor, dünyadaki en büyük ticari enstrümanlardan biri... Sporun adresini, yönünü, sonucunu belirleyen ticari ittifaklar...
En küçüğünden en büyüğüne kadar, tüm spor organizasyonları en acımasız şekilde ticaretin kurallarıyla yönetilip, dizayn edilmekte...
"Galiptir bu yolda mağlup" tesellimiz son bulmalı Spor, diğer yandan sosyolojik yönü itibarı ile toplumları kaynaştıran veya ayrıştıran en önemli toplumsal etkinliklerin de başrolünde gelmektedir.
Bir sporsever olarak, 2015-16 Süper Lig şampiyonu Beşiktaş Futbol Takımı ile ULEB Avrupa Kupası'nı kazanan Galatasaray Basketbol Takımı'nı bu vesileyle kutlayarak, buradan hemen bir pencere açayım.
Şampiyonluk ile birlikte Beşiktaş'ın taraftar kitlesi, doğal olarak sokaklara döküldü, bütünleşti, deşarj oldu ve nihayet perşembe günü Vodafone Arena'da coşkulu bir kutlama ile kupasına kavuştu. Aynı şekilde Galatasaray camiası da basketbolda elde ettiği başarısını, taraftarı ile doyasıya kutladı.
Fenerbahçe'ye gelince...
Bu sene, bütün bunları yaşayamayan taraftarının çok üzgün olduğu muhakkak...
Futbolda şampiyonluğu kaçırma üzüntüsü bir yana, basketboldaki sevinci de kursağında kaldı. Daha doğrusu kursağında bırakıldı.
Hepimiz biliyoruz ki; geçtiğimiz pazar gecesi THY Euroleauge Final Four'daki müthiş maçta uzatmalarda kaybetmedi Fenerbahçe... Hak ettiği şampiyonluğun, tartışmasız olarak hakem eliyle çalınışına tüm dünya şahit oldu. Türkiye, bu nefes nefese mücadelenin heyecanı ve hakkı gasp edilmenin siniriyle hop oturup hop kalktı.
Yani; hakemi olan da şampiyonluğu çaldı. Berlin Mercedes Benz Arena'daki bu harikulade atmosfer, beni ister istemez Nisan 2010'da, Cannes'daki CEV İndesit Avrupa Kadınlar Şampiyonlar Ligi Dörtlü Finali'ne götürdü. O gün orada 100 kadar Türk taraftarın, Acıbadem Fenerbahçe'nin sarı meleklerine, kendilerini ev sahibi gibi hissettirdiği voleybol maçında yaşadığım o tarifsiz heyecanı, bu kez TV karşısında yeniden yaşadım. Bu yüzden, umudun bittiği yerde silkinerek 21 sayı geriden gelen ve uzatma oynayan Fenerbahçe'yi de yürekten kutlamalıyız. Çünkü, şampiyon gibi oynadı, şampiyon gibi kaybetti. Galiptir bu yolda mağlup misali... Elbette, kronik bu tesellilerimiz günü kurtarır; çare olamaz hiçbir şeye... Acilen kafayı kumdan çıkarıp, bu işlere kafa yormamız; bizim de oyunu kuralına göre oynamamız lazım.
Spor-ticaret birlikteliği iki kural üzerinde işler... Ya sahada çok güçlü olacaksınız ve rakiple birlikte hakemi de yeneceksiniz ki; bu oldukça zor bir iştir. Çünkü rakipleriniz de en az sizin kadar bu işe kafa yormaktadır.
Güç dengeleri birbirine çok yakındır.
Ya da ilgili olduğunuz spor dalının yönetiminde güçlü olacaksınız.
Yani o branşın federasyon başkanı, yönetim kurulu üyesi veya sponsoru olacaksınız. Aksi takdirde ipler, tamamen başkalarının elindedir ve dolayısıyla işiniz mucizelere kalır.
Tıpkı Fenerbahçe-CSKA Moskova maçında olduğu gibi... 5N1G formülünü uygulamak zorundayız. Her şeyden önce şunu bir ifade edelim: "Kuyruğu dik tutmak, enseyi karartmamak" gerekir. O kuralların, bizim lehimize işlemeye başlayacağı günler de yakındır. Fenerbahçe geçtiğimiz yıl ilk defa Final Four oynadı, ikinci yılında da finalde kaybetti. CSKA Moskova ise 14 yılda 13 final four oynamış, final four müdavimi bir takım... Yani hem sportif güç, hem de yönetimsel olarak her türlü alt yapısı hazır.
Bu ligin ana sponsoru bir Türk firması...
Finansmanını Türk Hava Yolları karşılıyor diye biliyoruz. Yine, Avrupa basketbolunun başında da bir Türk,Turgay Demirel var değil mi? Peki.. CSKA Moskova gibi bir devi potada tam dize getirmişken ve Avrupa'nın bir numaralı kupasını kazanmanın eşiğine gelmişken, parkede ayağımız niye kaydı o zaman? Neden bu hakem faciasını yaşadık?
Bu durum, yazının en başından bu yana anlatmaya çalıştığımız spor-ticaret ortaklığının bütün kurallarıyla çelişmiyor mu? Evet!..
"Evet" de, bütün bunlara ilaveten kabul etmemiz gereken başka bir şey daha var: Biz bu konularda daha çok yeniyiz. Şirketlerimiz yeni yeni palazlanmaya ve böylesine büyük organizasyonlara yeni yeni sponsor olmaya başladı. Uluslararası yöneticilerimiz de ellerindeki gücün henüz farkında değil gibiler...
Bu sistemin kurallarını tam olarak özümseyemedik.
Hangi gücümüzü, ne zaman, nerede, nasıl, neden ve ne ile kullanacağımızı henüz tam olarak öğrenemedik.
Ben bunun adına 5N1G diyorum ve "Citius, altius, fortius' üçlüsü yerine, bir an evvel bu 5N1G formülünü uygulamak zorunda olduğumuzu iddia ediyorum.
Niye mi? Alın size son örnek:
Şu detay (!) gibi görünene bi'bakar mısınız..
Fenerbahçe'nin katili Sloven hakem Damir Javor, içinde CSKA Moskova'nın da bulunduğu VTB Ligi'nde düdük çalıyor.
Ligin CEO'su Rus Sergey Kushcenko ...
Kushcenko ile maçı izleyen Rus milyarder Dimitry Konov ise VTB Ligi'nin sponsoru.
Oh!.. Maaile bir saadet...
Bizim koskoca THY'miz ve Turgay Demirel'imiz işte böyle yalan olurken, THY Euroleauge Final Four'un İstanbul'da oynanması için varını yoğunu ortaya döken Türkiye Basketbol Federasyonumuz, böyle bir konuyu niye dikkate almaz? Oysa bilmezler mi ki; "Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir komutanı, bir komutan bir orduyu, bir ordu da koca bir ülkeyi kurtarır." Bizde her askerin bildiği bir söz vardır:
"Askerlikte rahat etmek istiyorsan bir general tanıdığın olacağına, bir onbaşı arkadaşın
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.