Futbol FETÖ’cülerden kurtulmalı
- Turgay Demir Yazıları
- 11 Ağustos 2016, 22:20:15
Çanakkale'de bu şanlı milletin şerefli askerleri destan yazmıştı, kadere bakın ki 15 Temmuz'da bu yüce milletin "sıradan" insanları tüm dünyaya örnek olacak, akıllara ziyan bir destanı kendi ordusundaki hainlere karşı yazmak durumunda kaldılar.
Ne karanlık bir geceydi...
Böyle zamanlarda toplum; tanıdığı, güvendiği insanların bir işaretini bekler, umutla bekler ki; birileri bir şey yapsın, sokağa çıksın, bağırsın, topluma yol göstersin...Boşuna beklediler! Ne yazık ki 15 Temmuz gecesinin en karanlık saatlerinde, bu toplumun sözde kanaat önderlerinin, sanatçılarının, sporcularının teki bile yoktu ortalarda...
Bırakın sokağa dökülmeyi, "Darbe var, savaşalım, bu şerefsizlere teslim olmayalım" diye haykıran ya da sosyal medyada tek satır yazan dahi yoktu...
O gece neredeydiniz!
Ve sonunda Cumhur'un beklediği çağrı, Cumhur'un Reis'inden geldi...
Çanakkale ruhuyla, Kurtuluş Savaşı inancıyla, Nene Hatunlar, Seyit Onbaşılar, Sütçü İmamlar memleketin dört bir yanında düştüler yollara, çıktılar hainlerin karşısına...
En acı saatler, en ağır bedellerle geçtikten ve de darbecilerin derdest edileceği kesinleştikten sonra herkes yazmaya, çizmeye, meydanlarda boy göstermeye başladı.
Sahi siz 15 Temmuz gecesi, bu milletin size en çok ihtiyacı olduğu saatlerde nerelerdeydiniz arkadaşlar?
Yoksa korktunuz mu?
Peki nerede kaldı sizin kanaat önderliğiniz, dilinizden düşürmediğiniz vatan sevdanız.
Sahi nerde kaldı ha!..
Maalesef saatlerce, birkaç istisna hariç, kimse görünmedi ortalıkta...
Bir milletin, şansız, şöhretsiz "sıradan" insanları vardı sokakta, bir de onlara "Devlete sahip çıkın" diye çağrıda bulunan Reis'i Cumhur...
Destan yazdılar
O "sıradan" insanların hepsi birer Nene Hatun, Seyit Onbaşı, Sütçü İmam'dılar o gece...
Boğaz Köprüsü'nde tankın önüne çıkan, "Seni vururuz" diyen askere; "Sırtımdan vur öyleyse" diyen Kastamanolu Safiye (Bayat) hatundaki cesaret Nene Hatun ruhu değil de neydi acaba?
İki tankın altından sağ çıkan bilgisayar yazılımcısı 34 yaşındaki Sabri Ünal... 16 yaşındaki evladıyla darbecilerin karşısına dikilen ve şehadet şerbetini içen Erol Olçak... Esenler'de Ankara'da, Külliye önünde, tanklara, silahlara, helikopter ve uçaklara göğüslerini siper eden insanlarımız...
Sağcı-solcu, alevi-sunni, Türk-Kürt, hep birlikte yeni bir Çanakkale Destanı yazdılar, yeni bir Kurtuluş Savaşı'nın ateşini yaktılar; Seyit Onbaşıların, Sütçü İmamların torunları olduklarını cümle aleme kanıtladılar...
Ya Ömer Halis! Tek başına, on askerin arasına girip darbecinin kafasına sıkarken göğsüne saplanacak kurşunların hesabını bile yapmadı... "Önce Vatan" dedi ve şerefle içti şehadet şerbetini.
Öyle şanlı bir gece yaşadılar ve yaşattılar ki, gerçek kahramanlar olarak milletin gönül duvarlarına yazdılar isimlerini teker teker...
Allah onlardan razı olsun... Bir değil bin kez razı olsun Rabbim inşallah...
Şehadet şerbeti içenler sevgili peygamberimize komşu olsunlar inşallah.
Yaralılarımız bir an önce şifa bulup kurtardıkları vatanda çok güzel günler yaşasınlar bundan sonra inşallah.
Ha unutmadan; yarım porsiyon sözde aydınların "sıradan" diyerek küçümsedikleri insanlara biz tüm yüreğimizle, "Vatan kurtaran kahramanlar"diyoruz, herkesin haberi ola... Ve gurur duyuyoruz böyle sıradan analarımız, babalarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz, komşularımız olduğu için. Ne mutlu bize...
Allah'a bin şükürler olsun ki belanın bir bölümü milletin destansı mücadelesiyle def edildi. Fakat şimdi işimiz daha zor, hem de çok zor, çünkü at izi it izine karışabilir.
Çok değil darbeden bir gün önce üniversitede hoca, askerde komutan, uçakta pilot, karakolda polis zannettiğimiz;
15 Temmuz'da kendi milletinin bağrına hançer saplayanlar olarak karşımıza çıktılar.
O nedenle bugün, darbecilere karşı olduğunu zannettiklerimizin kaçı gerçekten böyle anlamak kolay değil... Hiç kolay değil...
Düşman pusuda, kiminin yüzünde profesör maskesi var, kiminin asker, kiminin polis, kiminin avukat, kiminin doktor, kiminin gazeteci, kiminin hemşire, kiminin de futbolcu, sporcu...
Napolyan'a rahmet okuttu!
Devlet her kademesinde gerekli incelemeleri titizlikle yapıyor şüphesiz. Bu bakışla bize düşen ise spor camiasındaki yapılanmayı tam olarak ortaya çıkarmak ve tekrar filizlenmelerini önlemek.
Şöyle bir düşünün, yıllarca bu milletin ekmeğini yiyen bir pilotu kendi milletini, Gazi Meclis'i bombalayacak hale getirebilen bu kafa, kendisine biat eden sporculara neler yaptırmaz! Sporcu elinde, mahkeme elinde, kimden korkacak ki!
Acaba futbolcuları ya da Enes Kanter gibi sporcuları sadece sağmal inek olarak mı gördüler yoksa maç organizasyonlarına da girişip şike-bahis işlerine de karıştılar mı? Malum onlar için paranın gelmesi önemli, nereden geldiğinin ise hiçbir önemi yok!
Evet para ve güç onlar için her şeydi, ne dinin, ne ahlaki kuralların ne de örf adetlerin önemi yoktu FETÖ'cüler için.
Para ve gücün olduğu her yere insafsızca saldırdılar, kulüplere bile...
Şunu net olarak söyleyelim ki, paraya tapma konusunda Napolyon'a rahmet okutan FETÖ'cülerin; yıllık bütçeleri 500 milyon doları bulan ve milyonlarca kişiyle gönül bağı bulunan üç büyük kulübü ele geçirmeye çalışması son derece normal.
Peki FETÖ, üç büyük kulübe sızmak için hangi yolları denedi, şimdi gelelim oraya:
FETÖ'cüler Hakan Şükür öncülüğünde Galatasaray'da futbolcular üzerinden yapılanmaya giderken Beşiktaş'ta İhsan Kalkavan'ı başkan adayı yaptılar. İşte detaylar:
Şükür'ün öncülüğünde...
FETÖ'cüler, Galatasaray'da bir taşla 5 kuş vurmayı hedefledi. Dönemin en önemli oyuncusu Hakan Şükür öncülüğünde yapılanırken, hizmet yalanlarıyla neredeyse takımın iskeletinin tamamını ele geçirdiler. Böylece hem futbolcuları sömürme şansı buldular hem de onları toplantılarında kullanarak geniş kitleleri etkilediler. Daha büyük amaçları ise ellerindeki yıldız oyuncularla gerektiğinde Galatasaray yönetimlerini baskı altında tutabilir ve yapabilirlerse yönetimleri de değiştirebilirlerli.
Çok şükür hiçbir zaman bu kadar ileri gitmeyi başaramadılar.