Nasıl futbol ama!
- Turgay Demir Yazıları
- 08 Ekim 2013, 00:03:17
demiş Einstein.
2011'iN KUPASI VE HUZUR!
Futbolun hakim güçlerine sorsanız marka değerimizi korumak için yapıyoruz her ne yapıyorsak. Nasıl bir marka değerimiz varsa artık!?
Avrupalı bizim adımızı duyunca şikeden başlıyor konuşmaya… Ardından tribün terörü geliyor… O da olmazsa başka bir skandalı doluyorlar dillerine.
Ve biz hala onlara verdiğimiz malzemeleri görmezden gelip, bize karşı önyargılarından dem vuruyoruz.
Yazık ediyoruz bu milletin çocuklarına. Adaletin olmadığı yerde yarışma olmaz.
Olursa da ona yarışma denmez.
Bir mücadelenin sonucu ya sahada belirlenir ya saha dışında. Sahada belirlenen sonuçlara herkes saygı duyar, marka değeriniz artar. Saha dışında "gol atılması ve yenilmesi" ise futbolu bitirir.
Hem de çok çabuk bitirir.
İlgili herkesin dikkatine!
O nedenle huzur istiyorsak ilk yapmamız gereken 2011'in kupasını hak edene
vermektir, gerisi de masaldır.
Atatürk, FSM, Mevlana ve Sinan!
İnönü gibi iki kıtanın birleştiği yerde, tarih ve kültür mirasının tam göbeğinde bir stadınız varsa, o stadın her milimetre karesini doğru değerlendirmek zorundasınız.
Bu sadece para kazanmakla ilgili bir şey değildir üstelik.
Atatürk, Anadolu'dan gelip memleketle birlikte İstanbul'u da kurtardı. O nedenle Asya Kıtası'na en yakın olan kapalı tribüne Mustafa Kemal adı verilmelidir. Fatih, Edirne'den yani Avrupa'dan gelip İstanbul'u fethetti, o nedenle numaralı tribün Fatih Sultan Mehmet tribünü olmalıdır.
Mevlana bir ummandır, bir hoşgörü denizidir o nedenle deniz tarafındaki tribune Mevlana tribüne denilmelidir.
Bu tribünün bir bölümü misafir seyircilere ayrılıp kapısına "Gel her ne olursan ol yine gel" yazılmalıdır.
Son olarak kültürel mirası simgelemek adına koca mimarın adı (Mimar Sinan) Taksim tarafındanki tribüne verilmelidir.
Böylece bir uluslararası müsabakada bu tribünler vesilesiyle tarihimizi de, kültürümüzü de tüm dünyaya defalarca tanıtma şansı bulabiliriz.
Ben böyle derim, acaba Sayın Başkan Orman ne der?
Centilmen Selçuk!
Fenerbahçe'nin bir çok Trabzon deplasmanında tribünleri tahrik eden sarı-lacivertli oyuncular gördük. Misal; Volkan tırnak çakısını alıp açarak herkese göstermişti. Tribünden atılan delikli kuruşlarda bile mermi yemiş gibi yere yatan oyuncular da hatırlıyoruz.
Bildiğim kadarıyla "Centilmen"
Selçuk Şahin bu olayların hiç birinde takım arkadaşlarının yanına gidip "Tribünleri tahrik etmeyin" demedi. Aksine o da mümkün olduğunca tahrik etti.
Trabzon, Kadıköy'de alnının akıyla bir puanı alınca işin şekli birden bire değişti. Selçuk, armasını öpen Onur'u uyarma gereği duydu, Bekir, olayları yatıştıran Zokora'nın boğazına sarıldı. Bildiğin; ele verir talkını, kendi yutar salkımı hikayesi. Ne centilmenlik ama.
ÇARŞI!
Beşiktaş tribünleri siyasilerin çiftliği değil bunu herkes böyle bilmeli. Özellikle CHP'nin bu konuda sınırları çok zorladığı malum. Belediye Başkan adayları kartvizitlerine Çarşı amblemi koyuyorlarsa varın siz düşünün işin ne boyutlara ulaştığını.
Lütfen bu komediye bir son verin, Beşiktaş'ın değerlerini siyasete kurban etmeyin.
1453 KARTALLARI!
Beşiktaş tribünlerinde bir rahatsızlık yok ama birileri bu durumdan fena halde rahatsız. Eskişehir deplasmanında bir çok gurup gibi 1453 de tribündeki yerini aldı ve pankartını astı. Fakat bir bakıyorsunuz birileri 1453'ün pankartının kaldırıldığı masalıyla ortalığı karıştırmak istiyorlar.
Sözüm onlara; Beşiktaş büyük taştır altında kalırsınız.
Rahat bırakın Beşiktaş tribünlerinlerini.