Suç ve ceza
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, edebiyat klasiklerinin en hummalı üyesi sayılabilecek romanı Suç ve Ceza'nın dördüncü bölümünün başında Arkadiy Ivanovic Svidrigaylov'un ağzından baş karakter ve en hastalıklı şahsiyet Raskolnikov'a şöyle der: "İnsanın memleketi daha iyi. Burada hiç değilse başkasını suçlar, kendini haklı görürsün."
Her ülke için bir parça gerçek olabilen, ya da daha Atatürk'ün doğduğu yıl ölen bir yazarın Rusya'sında geçerli olan bu görüşün, bugünün modern Türkiye'si için hâlâ somut bir gerçek olması ne hazin bir durumdur.
Suç varsa, cezası olacaktır. Elbette zarar görenler de bulunacaktır. Taraftar da önce çok üzülecektir. Ancak bir suç varsa, gerçek taraftara yakışan onu yok göstermeye ya da tepkiyle soldurmaya çalışmak değil, temizlenmesine yardımcı olmaktır.
Banka soyan oğlunu adalete teslim eden babanın yürek dağlayan asaletini gösterebilmektir, vatandaşlık, insanlık ve nihayetinde taraftarlık.
Bu arada "Masumiyet Karinesi" hep var olacaktır elbette.
Ancak yaygın medyanın bu karineye bakışı da biraz sağlıksızdır galiba. Nedense, nüfuzlu sanıkların ceza almaması şeklinde bir geleneksel yaklaşımı, kamuoyu oluşturma çabası vardır medyamızın. Oysa bu temizlikten en çok nasibini alması gereken mecralardan biridir medya. Ülke futbolunda temizlik isteyen futbolseveri, güncel deyimle, ötekileştirme, başkasını suçlayıp kendini haklı çıkarma zamanı değildir medya için.
NE MARKA DEĞERİ YAHU!
Türk futbolu 2002'den beri düşüşte. Şu an FIFA üyeleri arasında 24. sırada. Türkiye'de futbol bundan sonra da aynı tip insanların idaresinde kalırsa 34. ve 44. sıraları görmek için çok fazla beklememiz gerekmeyecektir.
Türkiye liglerinin aslında marka değeri falan yok, o liglerde doğru dürüst top oynandığı da yok. Hiçbir ülkenin Süper Lig'i bırakın canlı, kısa özet olarak bile yayınladığı yok.
Hiçbir yayıncı kuruluş da bazı yüksek ricalar olmasa bu ligin 3-4 sezonuna birkaç yüz milyon dolar vermez. Onu bırakın, bu ülkede Süper Lig'in ve Türkiye Kupası'nın sponsorları Spor Toto İdaresi ve T.C. Ziraat Bankası gibi devlet kurumlarıdır, ki cidden çok komik ve hazin bir durumdur.
Dahası, arz edilen mala göre alınan ücret yüksek ama bu paranın ülke ekonomisi içindeki yeri ufacıktır. "Aman düşmesin ha" denilen gelire yakından, halen kulüpleri yöneten müteahit kafasıyla bakalım şimdi. Diyelim ki, ihale bedeli 400 milyon dolardır.
Bu para ile İstanbul'da boğaza nazır bir ormanlık alanda yüzlerce ağacı katlederek kodamanlara tanesi 4 milyon dolardan 100 villalık bir site yapılabilir.
Nihayetinde de 500 kişi ikamet eder. Oysa uzmanlara göre İstanbul'un deprem için yapı güçlendirme ve yeniden kentleşme için ihtiyacı 25 milyar dolardır.
5 milyon kişinin hayatını garantiye alabilecek bir hamle için gereken rakamdır bu.
Yani, futbolun ve futbol yöneticilerinin değeri falan sıfırdır ülke ekonomisi ve insan hayatı yanında.
Marka değeri denen, artık kirlendiği belli olan para da sadece o alana çöreklenmiş sözde mafyacıklar için önemli bir rakamdır.
Türkiye Cumhuriyeti için para falan değildir.
Devlet gerekirse kulüplerin bu zararını da karşılar, mağduriyetini giderir. Kimseyi kandırmaya, korkutmaya çalışmayın.
HAK EDENLE ETMEYENİ AYIRMAK
O halde varmış gibi gösterilmeye çalışılan sorun futbolun değerinin düşmesi değil, bazılarının gelirinin düşmesidir. O bazıları içinde kimler varsa, temizliğe direnenler genelde onlardır.
Kimsenin suçsuz insanların, kurumların cezalandırılmasını istediği falan da yoktur.
Bugün meydanda tümden temiz futbol ve ligler isteyenler ile onların karşısında bugüne kadar bu çarpık düzenden nemalanmış ve nemalanmaya devam etmek isteyenler olanlar vardır. Mücadele bu iki cephe arasındadır. Önümüzde ödev olarak duran ayrım, işini dürüst yapmak ile yapmamaktır. Mazlum ile zalimi, mağdur ile gaspçıyı, hak edenle etmeyeni ayırmak, konu futbol olduğuna göre, elbette gerçek şampiyonu ortaya çıkarmaktır. Bu temel bir zihniyet ve ahlak meselesidir. Yoksa o kulüp, şu kulüp konusu sadece bir ayrıntıdır.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.