Rijkaard ilk geldiği günlerde G.Saray'ın otuz maç kasedini alıp ülkesine dönmüştü. Takımı tanımaya çalışıyor diye düşünmüştüm. O takımı tanımanın dışında nasıl bir oyun kurgusu gerektiği üzerine de kurmuş anlaşılan. Yani mevzuyu kamp dönemine taşıyarak uzatmamış. Büyük usta büyük bir olasılıkla transfer edilen ve edilecek futbolcuların nasıl bir oyun anlayışına sahip olduklarını da araştırmış. Geçen günlerde şöyle bir şey söyledi: "Türk futbolunda her şey var ama her şey. Ama hiç biri tam değil!" Bir sistemin eleştirisini yapıyordu Hollandalı teknik adam. Neyin eleştirisini yaptığını daha sonra gördük. Sabri'den bir farklı Sabri üretmek için gelmiş memlekete. Bir futbol takımının nasıl olduğunu anlatmak, göstermek için. Böyle bir duyguyu Lucescu döneminde yaşamıştım. Bir teknik direktör bir oyunu bir futbol sistemiyle bir anlayışla nasıl yoğurur onda görmüştük. Bir sistematiğin eleştirisiydi 1970'lerin üç yıl üst üste şampiyon olan takımı. Brian Birch vardı ekibin başında; Coşkun Özarı katkısıyla. Sonra Hagi'li, Popescu'lu, Taffarel'li takım.
Metin Oktay'ın sözü Beşiktaş maçının başlangıcında Yıldırım Demirören, Lütfi Arıboğan ve Adnan Polat bir kaşkol tutuyorlardı. Kaşkolun üzerinde şunlar yazılıydı: "Bizi bekleyenleri üzmeyelim baba!" Metin Oktay-futbolumuzun kanaat önderi- Baba Gündüz'e söylemişti bunu Karagümrük maçından önce. Oysa Metin Oktay'ın sahici süreci o maçlar gün gelip bittiğinde başlamıştı. Asıl sav sözü şuydu Kral'ın: "Beni bana bırakın! I Love You!" Kaşkollara işlendi, duruşu pankartlara yakıştı; ölümü ince bir kan çizgisi oturdu dudağımızın kenarına. Düşüm şudur; dilerim onun adı ve formalara işlenen suretinden bir anlam katılır "yeni hayatına" Galatasaray'ın. Belki sarı-kırmızılı armadanın bu yürüyüşüyle eksik bir şeyler tamamlanır futbolumuzda. Her şeyi var hiçbir şeyi tam olmayan futbolumuzda. Ve Metin Oktay'ı o Galatasaraylılığıyla hep aklında tutacak duruşuyla selamlar tribünler. Hep ama...