Şu anda takip edebildiğim 34 lig içinde, Avusturya'dan sonra beraberliğin en az olduğu ülke Türkiye. İlk 10 dakikayı görünce "Bu istatistiği bozar mı bu maç?" diye düşündüm, bir yandan esnerken. Ama sonra gribe inat bindiren Gökhan'ın ortası, boşa çıkan adaşını avlayamayan Volkan'ın vuruşu ve Deivid'in, Chelsea'ye attığının benzerini atma çabası uykuma kafein etkisini yapıyordu. Deivid'in pası aslında nasıl Alex'in ayağına yakışanlardan ise Alex'in onu göğsüne alıp, sürüp, dar açıdan gole çevirişi de "Ben kalitemle yeniden geldim artık" deyişi idi. Güiza'nın pasıyla attığı 2. goldeki çabukluğu ve fırsatçılığı ise Messi'yi hatırlatıyordu bana. İspanya'da 2. Lig'den geldiği ilk sezonda Getafe'de ve hatta gol kralı olduğu geçen sene Mallorca'da 2 defa "8 maç suskun kalma" vakasını yaşamış Güiza, "atacak mı?" diye bekliyordu herkes, Bursa savunmadan çıkarken sürekli top kaybederken. Bendeniz üzülüyordu Emre'ye, hakemin vermediği faulünün hesabını rakibinden kendi sormaya kalkarken. Sonunda Güiza atıyordu, ben "Bu adamın, kadınlardan çektikleri olmasa, daha iyi işler yapacak" diye annesine ve eski sevgilisine psikolojik tahlillerimden demetler sunarken. Stresi boyunu aşmış Emre'yi Deniz'le değiştirmek akıllılığını yapıyordu Aragones, oyuncusunu olası bir kırmızıdan korurken. Duran toptan yenilen gol, sadece ilk kupa maçı golü oluyordu, o kadar!..
Alexbahçe yetmez 3 atacak kadar pozisyona girmedi takım ama kazanmayı öğrendi. Gole fazla adamla gidemiyordu ama geride kalanlar savunmayı "topluca" sınıfından yapmayı öğrendiler. Mücadeleyi top rakipteyken yapmayı öğrendiler ama yine fazla adamla gole gidemediler. Tüm bunlar "Tek ya da 2 ayaklı maçlar" için doğru özelliklerdi. Lig şampiyonluğu için yetmesi çok şüpheli idi. Sonuç mu? Efsane dönmedi ama Alex döndü ve Fener turdan daha önemlisi kaptanını kazandı yeniden. Yine de "Alexbahçe'' olmanın şampiyonluğa yetmeyeceğini iyice anlayarak...