Dünya durdukça var olsun (işimiz itibarıyla), öyle güzel bir ülkede yaşıyoruz ki konu sıkıntısı diye bir zorluk çekmiyoruz. Bırakın bu köşeyi, sevgili müdürümüz Zeki Uzundurukan "Yahu Selçuk her gün her sayfaya bir yazı yazar mısın" dese, "Hay hay" derim ve inanın ki bir problemle karşılaşmam. Bu yazıyı kaleme almadan önce kafamda başka başka konular vardı. O sırada da karşımda FBTV açık, geçen seneki Sevilla-Fenerbahçe maçını seyrediyorum. Maçın heyecanıyla tribünden neler kaçırmışım hiç haberim olmamış. Yahu o nasıl bir futbol öyle? F.Bahçe, İspanya'da Sevilla gibi bir takımı yerle bir ediyor. 3-1'den sonraki futbol anlatılacak gibi değil. 2. golü bulduktan sonra da skorun üstüne yatıp penaltılara gitmek isteyen takım Sevilla, saldıran Fenerbahçe. "İyi de kardeşim biz de seyrettik. Şimdi bu maçı hatırlatmanın alemi ne" diyeceksiniz. Aslında derdim Aragones'e küçücük de olsa bir mesaj göndermek. Kadroya bakıyorum bu seneki kadronun aynı. Bir Aurelio, bir Kezman yok. Aurelio o gün pek de iyi değilmiş. Gollerde hataları var. Kezman da işleyen çarkın en zayıf halkasıymış.
Mazeret değil iş üret Sahanın yıldızı Uğur Boral. Alex, Gökhan, Kazım muhteşem oynamışlar. Deivid de attığı iki golle zirve yapmış. Yani demek istediğim geçen sene Sevilla'ya, İnter'e, Chelsea'ye sahayı dar eden takım, bu sene neden Arsenal ve Kiev karşısında aciz kaldı, kaleye bile gidemedi? Aragones "Bana 3-4 yıl lazım" diyor. İyi de bu takım yeni kurulmadı ki! Zaten o devreyi geçirmiş. O yüzden artık mazeret değil, iş üretme zamanı diyoruz ve Aragones'ten 2009'da deplasmanlarda 1 puan alana takımı övmesini değil, yermesini bekliyoruz. Adnan Polat'a göre G.Saray yüzde 34 ile en çok taraftarı olan kulüpmüş, Fener yüzde 32 ile ikinci olurken, Beşiktaş yüzde 18'de kalmış. Anket, Galatasaray Lisesi çıkışında, Ali Sami Yen'den maç çıkışında yapılmasaydı eğer çıkan sonuç herhalde yüzde 18'in de altına düşerdi. 2009'a eşimle birlikte Faruk Ilgaz Tesisleri'nde girdik. Çok kalabalık, herkesin kucaklaştığı sevgi dolu bir ortam vardı. Fenerbahçe sevgisinin sadece futbol takımı tutmakla değil çok daha derinlerde sosyal bir olgu olduğunu yeniden doğruladık. Saatler 24'ü vurduğunda "Bu kulübe hiçbir şey olmaz, asla yıkılmaz" dediğimi hatırlıyorum.