Aragones kim? Bu sene İspanya'yı yenilgisiz Avrupa şampiyonu yapan şöhretli bir hoca. Daha birkaç gün önce futbolun zirvesindeki bir heyet tarafından Avrupa'da yılın teknik direktörü seçildi. Bizim çok bilmiş geçinen spor medyamız böyle bir kariyeri olduğu için yönetimce göreve getirilen antrenörü daha ilk günden "DEDE" diye tiye alıp icraatlarını görmeden ona hiç şans tanımadı. Aşçı ne kadar usta olursa olsun, iyi bir yemek iyi bir malzeme ile olur. Aragones'e geçen sene şampiyonluğu son haftalarda kaçıran, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynamış bir kadroyu iki eksiğiyle teslim ettiler. Onların yerine İspanya gol kralı Güiza ile Türk Milli Takımı'nın kaptanı Emre geldi. Ama Emre hazırlık kampına katılmamış, sonra askerliğini yapmış, üstelik sakatlığı nedeniyle iyi bir sezon geçirmemişti. Güiza hemen hemen bütün maçlarda tek tabanca kalıyordu. Vederson, Deivid ve Tümer'in önemli sakatlıkları vardı. Onlara Semih de eklendi. Aslında Aragones, hem kendi oyuncularını hem de Türk futbolunu tanımıyordu.
Fırtına bir forvet lazım Avrupa'da şampiyonluk "kendi evinde kazan, deplasmanda berabere kal" uygulamasından gelir. Aragones bu nedenle A.Gücü beraberliğini başarı olarak gösterdi. Asıl konuya gelince; bizim allameler (!) "Bir Aurelio eksildi diye takım bu kadar kötü oynar mı" buyuruyorlar. O Aurelio ki gerektiğinde kale önüne kadar sarkıp tehlikeyi savuşturur, gerekirse rakip kale önüne gidip gol atar veya attırırdı. Orta sahayı da ayakta tutuyordu. Bir de Alex vardı. Herkesin "Tek başına F.Bahçe" dediği goller atan ve attıran, maça damgasını vuran bir yıldızdı. Bu sene dökülüyor. Aküsüz Ferrari nasıl yürümezse önemli elemanları olmayan bir takım ancak böyle oynar. Eleştirenlerden biri ortaya çıkıp "Aragones takımı şöyle kurmalı, şunu oynatmalı'' demiyor. Sadece palavra atıyor, yol göstermiyorlar. Fırtına bir forvet ile çok iyi bir orta saha oyuncusu bu takımı şaha kaldırır ve Fenerbahçe şampiyonluğun en büyük adayı olur.