Garip bir Milli Takımın, garip taraftarlarıyız. Bir yeneriz, bir yeniliriz, olmadı berabere kalırız. Atarız, tutarız. "Bu ayıp size yeter" der, ver yansın ederiz, "El Fatiha" bile çekeriz. Sonra yeni maça kadar unutur gideriz. Daha ileri gidip, "Vur, vur inlesin, Avrupa dinlesin" masalıyla önce kendimizi, sonra da yine kendimizi aldatır dururuz. Efendim boğazımız patlarcasına sorarız "Bu ülkede federasyon yok mu?" diye. Cevap ağızlarda gevelenir. Onlar sadece mukavele işlerine bakarlar, üstelik son derece mutlu bir şekilde, "hocamızı kaçırmadık, mukavelesini yüzde yüz zamla kabul ettik" bile derler... Çaresiz bir halde sorumlu aramaya devam ederiz. "Yahu bu ülkede devlet yok mu?" Hiç kimse cevap bile vermez. Ne devleti... Devlet başı, dişi, ağrıyana, dengesiz bir milli takıma bakacak değil ya. Senin spor bakanın, spor yasan, spor polisin, spor mahkemelerin bile yok. Üstelik Futbol Federasyonu'nun özerk bir de yasası var. Ne denetleyebilirsin, ne de el sürebilirsin. Kısacası "Ak futbol"un "Ak federasyonu" aslan gibidir. Talimatla gelirler, talimatla giderler. Dedik ya, garip bir Milli Takımın garip taraftarıyız. Önümüzde 'Boğaların' takımı İspanya var. Hem de iki maç peş peşe. Birkaç gün sonra yine hem okuruz hem de dinleriz. Ne olacak, nasıl olacak diye düşünmeden reçeteyi yazarız: "Eğer İspanya'ya 'oley' dersek..." Noktayı burada koyup bekleyelim. Göreceksiniz, film aynıyla vaki oynayacaktır.