Önce inanç Maçtan bir gün önce Feldkamp'ın basın toplantısında aramızda ilginç bir diyalog geçti. Alman hocaya Galatasaray'ın Leverkusen'den çok daha iyi bir takım olduğunu, oynadığı son maçlarda da bunu gösterdiğini, Alman Ligi'nde de Galatasaray'a ancak Bayern Münih'in rakip olacağını söyledim. Sevgili hoca sinirlenerek 5 dakika benim bu sözüm üzerine çeşitli açıklamalar yaptı. Ancak kendi takımının Leverkusen'den iyi olmadığını, ben kabul etmesem de ciddi ciddi anlattı. Çok üzüldüm. Ya hoca Galatasaray'ın son haftalardaki iyi futbolunun farkında değil, ya da sarı-kırmızılı kulübün büyüklüğünün... Fatih Terim, Real Madrid'le, Milan'la oynarken bile "Bizim onlardan eksiğimiz yok, fazlamız var'' derdi. İşte UEFA Kupası da bu inançla kazanılmadı mı? Maça gelince... İlk yarı Galatasaray oynadı, Leverkusen seyretti. Bu yarı en az 2-0'lık bir skorla bitmeliydi. Ama olmadı. Alman takımının doğru dürüst bir atağı bile yoktu. Sahaya çıkan Galatasaray 11'i aslanlar gibi, yüreklerini ortaya koyarak, futbol dersi verdi. İkinci yarıda da değişen bir şey yoktu. Yine sarı-kırmızılılar oyunun hakimiydi. Yine gol pozisyonları kaçtı. Hakan Şükür'le Ümit Karan çok iyi oynamalarına rağmen inanılmaz goller kaçırdılar.
Yeni açık ayıp etti Maç 0-0 bitti ancak futbolda adalet olmadığını bir kez daha gördük. En az 3-0 bitmeliydi. Almanya'daki maç da bana göre beklendiği kadar zor olmayacak. Bu takım böyle oynarsa oradaki gurbetçi taraftarlarımızın desteği ile Leverkusen'i rahatça eler. Yeter ki böyle oynasınlar. Son sözüm de yeni açık tribündeki taraftarlara. Takım çok iyi oynarken, devamlı "Lincoln, Lincoln'' diye bağırmaları ayıbın da ötesinde bir şey. Sahada canla başla mücadele eden 11 futbolcuya hakaret. Hem de hiç hak etmedikleri bir hakaret. Neyse ki kapalı tribündeki taraftarlar onları zaman zaman susturmayı başardı.