Varlık ve yokluk!

Bir zamanlar aşka ve futbola dair her şey vardı. Rakiplerinin bile saygıyla başını eğdikleri futbolcular vardı. Çocukların gözlerinde her hafta yeni bir maceranın yayınladığı çizgi roman kahramanı gibiydiler. Formalarının üzerinde isimleri yazmazdı da hepsinin adı gönüllere ve duvarlara yazılırdı. O futbolcular ki sessiz film karelerine bile ruhlarını katardı, sakatlanan rakibinin üzerinden atlamak, bileğine basmak ne demek.
Yüreklerdeki dedektifler objektifti, deliller kalemlerin ucundan gazete sayfalarına en doğru biçimde yansırdı. Şimdiki çocuklar bilmez ama bir zamanlar gazetecilik diye bir meslek vardı. Yazmak ve okumak arasında güvenilir bir ilişki vardı. Yerdeki gazete sayfalarına bile değerli kitap muamelesi yapılırdı da geleceğe açılan pencerelerde manzara harika görünürdü.
Bir zamanlar insanlığa dair her şey vardı. Vicdan saat gibi işlerdi, tribüne bir kadın veya çocuk geldiğinde saygının hacmi genişlerdi kendiliğinden. Küfür ne demek. Az konuşan çok iş yapan kulüp başkanları vardı. Hepsi de oturdukları koltuklara yakışırdı. Ne medyada adamları vardı ne saha dışı güçlerle bağlantıları. Yayın geliri falan da yoktu ama kulüplerin ne milyonlarca dolar borcu vardı ne sisteme gebelikleri! Hepsi de tarihin parayla yazılmadığını bilirlerdi de ezeli rekabetin asaleti vardı. O yüzden "büyük" denirdi onlara, herkesten çok ağlayıp zırladıkları için değil!
Ne zamanki meselenin içine para girdi, insanlık ve zarafetten bir daha haber alınamadı. Ne zamanki kabadayılar futbolda egemen güç olup çeteler yemlendi, bütün değerler kirlendi. Bahis baronları ve kara para kasalarının yasaları yürürlüğe girdikten sonra da her şey bitti. Korkunun kirli tırnaklarını çocuklarımızın sırtına geçirdiler.
Konuşmak için parmak kaldırmak gerektiğini öğreten bir eğitim sistemimiz vardı. Küçükleri sevmek büyükleri saymak yok sayıldı. O yüzden kaba saba adamlar kulüp başkanı, teknik direktör oldu, çoğunluğu zarafet adına parmak kaldırmadı sadece taraftarları ayağa kaldırmayı düşündüler. Şimdi o kulüp başkanlarının, yöneticilerin ve teknik adamların kurdukları cümleler, insanları birbirine kırdırmak için namluya sürülmüş kurşunlardan farklı değil. Hepsinin de arkalarında trolleri, "para için her şeyi yaparım" diyen ve ipini sahibine teslim eden kuklaları var.
İnsanlığın ayakta olduğu yıllarda yürekli hakemlerimiz vardı. Hiçbirinin popüler olmak gibi bir derdi de şansı da yoktu. Aldıkları üç kuruşu, çaldıkları düdüğü namus bellemişlerdi. O yıllar çabuk geçti, kabadayılardan korkan ve "bir emrin var mı ağam" diyen hakemler gördük, kendisine soyunma odasında hediye edilen içi para dolu çantayı kabul edenleri duyduk. Bazı hakemler kendilerini ele verdi, saha içinde işledikleri cinayetlere ödül niyetine televizyonlar onlara "yorumcu apoleti" bile verdi.
Sonuç olarak, gündemi soytarılar belirledi, onlar para ve popülerlik uğruna ortak noktada buluşup çocuklarımızın geleceğini yediler, bizler futbol sevdasına birbirimizi yedik. Sosyal terbiyenin değerli olduğu yılları istesek de geri getiremeyiz ve insanların kanına işleyen düşmanlığı bitiremeyiz artık. Bazen siyah beyaz fotoğraflardan çıkıp geziniyor sonra o fotoğrafların içine giriyorum yeniden. Ne yapalım bunlar da gençliği özlemenin yaşlılık halleri!

ETİKETLER: Fenerbahçe