🔹 İnsan, Arapça ins kelimesinden türetilmiştir. Sözcüğün aslının "unutmak" anlamındaki "neys"den insiyana dönüştüğü de düşünülmüştür. Bu şekilde düşünenler, kaynak olarak İbn Abbas'ın "İnsan ahdini unutması sebebiyle bu ismi almıştır" sözünü gösterirler.
🔹 Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de 65 yerde insan, 18 yerde ins, bir yerde insî geçer. Bunun yanında 1 ayette enâsî, 230 yerde ise nâs şeklinde çoğulu olarak yer alır.
🔹 Kur'an-ı Kerim'de insan bütün yönleriyle ele alınmıştır. Ayet-i kerimelerde kulların yaratılış amacı bir bütünlük içerisinde anlatılır.
🔹Yüce Kitabımız, insanın yeryüzünde "halife" olarak görevlendirildiğinden bahseder. Ağır basan yorumlara göre hilâfet, esas itibarıyla yeryüzünü imar ve ıslah görevidir, insanlar bu görevin gereksinim duyduğu özelliklerle donatılmıştır.
🔹 Halife sözcüğünün manasının da gösterdiği gibi art arda gelen nesiller boyunca insan, bu görevin yükümlülük ve sorumluluğu altındadır.
🔹 Yüce Allah (CC) insanlara iyilik ve kötülüğü ayırt ederek birini tercih etme özelliği bahşetmiştir. Bundan dolayı insan, kendisini sorumlu kılmaya yetecek bir iradeye sahiptir.
🔹 Allah (CC) insanlara durumları, olayları gözlemleyerek değerlendirmesi için göz, kulak, akıl ve kalp vermiş, Kur'an'da doğru yolu emir ve yasaklarıyla belirtmiş ve böylece değerlerin bilincine vararak hayırlı ve doğru olanları seçmesini sağlayacak bilgiyi vermiştir.
İslam'da sevap ve günah anlayışı
🔹 İnsanın bu şekilde görevlendirilmesi, onun kainattaki varlığının temel amaçlarından birini gösterir. Bu görevi yerine getirmek için insanın aşması gereken en önemli engel yine kendisi, yani nefsidir.
🔹 Kulların imtihana tâbi olmasının bir sonucu olarak nankörlük, haz düşkünlüğü, unutkanlık, cimrilik, kibir, sabırsızlık gibi zaafları vardır. Bu zaaflarla baş etmeyi öğrenenerek "güzel ahlak" ile ahlaklanmalıdır. Aksi halde aşağıların en aşağısı konumununa düşer.
🔹 Yüce Rehberimiz Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Adem ile ilgili olan ayetlere göre Allah (CC) onu elleriyle yaratmıştır. Özü toprak olan halifesine, Cenab-ı Hakk (CC) "ruhum" dediği varlık ilkesinden bir soluk üfleyerek ona "isimlerin hepsini" öğretip kavratmıştır. Meleklerin de insana secde etmesini istemiştir. Fakat şeytan secde etmeyi reddetmiştir. Bu durum Araf suresi, 11. ayette şu şekilde geçer:
" Sizi yarattık, sonra size şekil ve biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin!" buyurduk. Hepsi hemen secde etti. İblîs müstesnâ; o, secde edenlerden olmadı."
Araf suresi 11. ayet tesfiri: Yok iken var olmak gibi insan ve insanlık hüviyetini kazanmak da bizâtihi hayır ve lutuf olduğu için insanlığın ulaştığı bu mazhariyet bilhassa müşriklere ve genel olarak insanlara hatırlatılarak lutuf sahibi olan Allah'ı gereği gibi tanıyıp kulluk etmeleri gerektiğine işaret buyurulmuştur.
🔹 "O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır." (Mülk suresi 2. ayet)
🔹 İnsan için bu dünyanın bir imtihan alanı olduğu açıkça bildirililr.
Ayetin tesfiri: Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir.
🔹 İnsan, unutan bir varlıktır. Bundan dolayı dünyanın geçici olduğunu ve kaçınılmaz son olan ölümün karşısında edebî ahiret hayatı, mutluluk ve huzur için yapılması gereken en mantıklı işin yeryüzündeki imtihandan başarıyla geçme olduğunu idrak etmelidir.
🔹 Tüm canlılar arasında Allah'ın (CC) insanı şerefli kıldığını belirttiği İsra suresi, 70. ayette kulların farklı güç ve becerilerle donatılıp diğer varlıkların onun hizmetine verilmesiyle şerefli kılındığı anlatılır.
"Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık."
İsra suresi tefsiri: "Şan, şeref ve nimetler" diye çevirdiğimiz kerem kavramı, İslâmî literatürde hem Allah'ın insanlara şeref, soyluluk, üstünlük gibi mânevî meziyetler bahşetmesini hem de mal mülk vermesini ifade eder. Böylece âyet insanı dünyada Allah'ın lutfuna en çok mazhar olmuş, en seçkin, en değerli varlık olarak göstermektedir.
🔹 İnsanın hem aklının olması, melek ve hayvanların da bulunduğu varlık mertebelerinde onu seçkin bir yere oturtur. Bu vasıflarıyla insan, bir yandan yaratılmışların en güzeli olmakla övünürken diğer yandan da ahlâkî düşüş tehlikesiyle de karşı karşıya bulunur.
🔹 Kur'an-ı Kerim'de insanlar İslami değerler içerisinde bir bütün olarak ele alınır. Onun varoluş amacını ortaya koyar. İnsana verilen üstün özellikler onu kültür, bilgi, teknik üreten tek varlık durumuna getirir.
🔹 Dinimiz açısından önemli olan, insanın bu güç ve yeteneklerini hangi yönde kullanacağıdır.
🔹 Takva, insan için oldukça önemli bir olgudur. Bakara Suresi, 177. ayette takva sahibi insanların özelliklerinden şu şekilde bahsedilmiştir:
"Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan; malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren; namazı dosdoğru kılıp zekâtı ödeyen; antlaşma yaptığında sözünde duran; sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takvâ sahipleri de yine bunlardır."
Bakara Suresi, 177. ayet tefsiri: Ayetin devamında gerçekten dürüst (sâdık) insanların ve takvâ sahibi sayılması gerekenlerin, zikredilen hasletleri kazanmış kimseler olduğu ifade edilmiştir.
🔹 Takva, adeta insanı istikametini kaybetmekten alıkoyan bir kontrol sistemidir. Cenab-ı Hakk'ın (CC) büyüklüğünü tefekkür ederek görmeyi sağlar, gafletten korur ve günahlardan sakındırır.
🔹 Müslümanlar için en üstün insan, Peygamber Efendimiz'dir (SAV). İslam da Allah'ın (CC) insanları yarattığı fıtrata uygun bir dindir. Bu durum Rûm Suresi 30. ayette şu şekilde ifade edilmiştir:
"O halde sen hanîf olarak bütün varlığınla dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmışsa ona yönel! Allah'ın yaratmasında değişme olmaz. İşte doğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler."
Rûm suresi 30. ayetin tefsiri: İnsan fıtratında Allah'ın varlığını ve birliğini tanımaya doğru tabii bir eğilim vardır. Hatta İslâm âlimleri genellikle, bu eğilimin ilk yaratılış anında insanla Allah arasında yapılmış temsilî sözleşme ile ilintili olduğu kanaatindedirler.
🔹 Bu noktada dindarlık, insanın kendi fıtratına dönüşü, fıtratı üzerine yaşaması olarak tanımlanabilir. İnsan İslam'dan ne kadar uzaksa fıtratından da o kadar uzak demektir.