Fitne, "altın ve gümüş gibi değerli madenlerin saflığını anlamak için ateşte eritmek" anlamına gelen fetn kökünden türeyen bir kelimedir. Eskiye bakıldığında "derisini daha kolay yüzebilmek için kurbanı sıcak kuma gömmek; kandırmak, gönlünü çelmek" ve "pusu kurarak yol kesmek" manalarında kullanıldığı görülür.
Genel itibari ile fitne imtihan, iyi veya kötü şeylerle deneme, manevi çöküntü, dini, içtimai ve siyasi kargaşa gibi oldukça geniş kapsamlı anlamlarda kullanılır. Fitne kelimesi, Kur'an'da daha çok imtihan, deneme ve sınama manalarıyla karşımıza çıkar.
Fitne kelimesi, Kur'an-ı Kerim'de otuz dört ayette ismen, yirmi altı ayette de türevleri şeklinde geçer.
Bakara suresinin 191. ayetinde geçen fitne kavramı baskı, zulüm ve işkence manalarında kullanılmış, fitne çıkarmanın birini öldürmekten daha büyük bir kötülük olduğu açıkça bildirilmiştir. "Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir!" (Bakara Suresi, 191.ayet)
Tefsiri: "Onları yakaladığınız yerde öldürün" ifadesindeki "onlar"dan maksat bir önceki ayette geçen Müslümanlara karşı savaş açan düşman tarafıdır. Kuşkusuz barış zamanlarında barışın kuralları, savaş zamanlarında da savaşın kuralları geçerlidir. Önceki ayetin ikinci bölümünde Müslümanlara haksız saldırılara ve her türlü aşırılığa sapmaları yasaklanarak savaşın temel ahlak ilkesi açıkça belirtildikten sonra, burada da düşmana hücum ederek askerlerinin yakalanıp öldürülmesi savaşı kazanmanın gereği olarak ortaya konmaktadır. Zira savaşa kazanmak için girişilir.
İnsan gücünün birinci derecede önem taşıdığı bir savaşı kazanmanın ilk şartı da –özellikle klasik savaş şartlarında– düşmanın insan gücünü kırmaktır. Hayatın gerçeklerinin, kötülükleri önlemede savaşmayı gerekli kıldığı durumlarda "barışçılık"tan söz etmek anlamsızdır. Kur'an-ı Kerim olması gerektiği kadar barışçıdır. Bununla birlikte müslümanın sebep olmadığı bir savaşta teslimiyetçi davranmayı veya girişilen bir savaşı kazanmanın gereklerini, hümanist olduğu ileri sürülen ütopik fikirlere feda etmeyi de onaylamaz.
"Haksızlık etmeme ve haksızlığa uğramama"yı emreden ayet (Bakara 2/279) Kur'an'ın bu husustaki temel kuralı olarak alınmalıdır. İslam kültüründe geniş bir kullanım ve etki alanı kazanmış olan ayetteki fitne kelimesi, genellikle "sınama, deneme, maddi ve manevi sıkıntı, üzüntü, bela ve felaketle imtihan etme"; özellikle hadislerle diğer İslami literatürde "dini, sosyal ve siyasi kargaşa" anlamında yaygın olarak kullanılan bir terimdir.
Tevbe Suresi'nin 49. ayet-i kerimesinde fitne kavramı ile münafıkların çevirdiği entrikalar ve onların içerisinde bulunduğu sapık inançlar anlatılır. "Onlardan "Bana izin ver, beni fitneye (isyana) sevk etme" diyen de vardır. Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri elbette kuşatacaktır." (Tevbe Suresi, 49. ayet)
Tefsiri: Tefsirlerde "Aman bana izin ver, başımı derde sokma!" tarzında bir ifade içeren 49. ayetin, münafıklardan belirli kişilerin sözleri hakkında nazil olduğuna dair rivayetler yer almaktadır. "Başımı derde sokma!" diye tercüme edilen kısım "beni kınama" manasıyla da açıklanmıştır.
Kavram, Nisa Suresi'nin 91. ayetinde fesat ve kargaşa çıkarma anlamında kullanılır. "Bunlardan başka hem sizden hem de kendi topluluklarından yana güvende olmak isteyen kimseleri de bulacaksınız. Bunlar ne zaman fitneye yönlendirilseler hemen dönüp ona dalarlar; bu sebeple sizden uzak durmaz, size barışçı davranmaz ve yakanızdan ellerini çekmezlerse onları hemen yakalayın, ele geçirdiğiniz yerde öldürün. İşte onlar hakkında size apaçık bir yetki vermiş olduk." (Nisa Suresi, 91. ayet)
Tefsiri: Tefsircilerin Medine çevresinden Gatafan ve Esedoğullarını, Mekke'den de Abdüddaroğullarını örnek olarak gösterdikleri bu grup, menfaatleri böyle gerektirdiği için Medine'ye gelince Müslüman oluyor, Mekke'ye gidince de şirke dönüp müşriklerle beraber putlara tapıyor, gerekli gördüklerinde Müslümanlar aleyhine Kureyş'le iş birliği yapıyorlardı. Hz. Peygamber açıkça kafir olmayanları, gizli din taşıyanları, Müslüman görünenleri, dıştan göründükleri gibi kabul ediyor, kişinin küfrüne açık ve objektif delil bulunmadıkça ona mümin muamelesi yapıyordu. Allah Teala bunların münafık olduklarını, Müslümanlıklarının samimi olmadığını bildirerek Müslümanlara –insanların kalpleri bilinemeyeceği için başka türlü elde edilemeyecek olan– bir delil vermekte ve bu grubun da sulha yanaşmadıkları, Müslümanlara zarar verdikleri sürece kendileriyle savaşanlar gibi mütalaa edilmesi gerektiğini bildirmektedir.
Enfal Suresi 25. ayetinin tefsirine bakıldığında fitnenin, toplum içinde imanın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukukun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hakim olması ve böylece kulluk imtihanının kaybedilmesi tehlikesi anlamında açıklandığı görülür.
İstenildiği takdirde el birliği ile engellenebilecek bir durum olarak açıklanan fitnenin önü kesilmediğinde suçsuzlar da etkilenir. Çünkü onlar da fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmamış, haksızlığa karşı mücadele etmemiş, bu nedenle de kusurlu ve sorumlu olmuşlardır. "Sadece içinizden zulmedenlere dokunmakla kalmayacak olan fitneden sakının ve bilin ki Allah'ın cezası şiddetlidir." (Enfal Suresi 25. ayet)
Tefsiri: Fitne yani "toplum içinde imanın bozulması, baskı, düzensizlik, kargaşa, hukukun çiğnenmesi, hakka dayanmayan gücün hâkim olması ve böylece kulluk imtihanının kaybedilmesi tehlikesi" ya el birliği ile engellenecek ya da bunun zararı sınırlı kalmayacak, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunacaktır. Çünkü onlar da fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmadıkları, haksızlığa karşı mücadele etmedikleri için kusurlu ve sorumludurlar. Bunların içinde hiçbir kusuru olmayan çok küçük bir grubun (acizler) bulunması tabiidir.
Kasas Suresi'nin 77. ayetinde bozgunculuk şeklinde ifade edilen fitne; fesat çıkarmak, taşkınlık yaparak haddi aşmak anlamındadır. Bu ayette Allah (CC), kulunun dünya hayatını bozgunculuk yaparak değil de asıl geliş amacı olan ahiretini kazanmak üzere yaşaması gerektiğini bildirir. "Allah'ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez." (Kasas Suresi, 77. ayet)
Tefsiri: Burada kinaye yoluyla Karun'un servetinin çokluğu ifade edilmektedir. 77. ayetteki öğüt, Allah'a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: a) Asıl amaç ahiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir. b) Dünya hayatı, ebedi alemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona vermemeli, dünyasını âhireti için değerlendirmelidir.
Kasas Suresi'nin 77. ayetinde bozgunculuk şeklinde ifade edilen fitne; fesat çıkarmak, taşkınlık yaparak haddi aşmak anlamındadır. Bu ayette Allah (CC), kulunun dünya hayatını bozgunculuk yaparak değil de asıl geliş amacı olan ahiretini kazanmak üzere yaşaması gerektiğini bildirir. "Allah'ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez." (Kasas Suresi, 77. ayet)
Tefsiri: Burada kinaye yoluyla Karun'un servetinin çokluğu ifade edilmektedir. 77. ayetteki öğüt, Allah'a ve peygamberine iman ederek aydınlanmış müminlerin öğüdüdür. Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir:
- Asıl amaç ahiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşru şekilde yararlanmak gerekir.
- Dünya hayatı, ebedi alemdeki hayata göre çok kısadır; kul bunu unutup dünya ebedî imiş gibi kendini ona vermemeli, dünyasını âhireti için değerlendirmelidir.
Zümer Suresi'nin 41. ayeti, Kur'an'ın, Allah (CC) tarafından Resulullah'a (SAV) gönderildiğini ve gönderiliş amacının gerçeğin ortaya konması, insanların batıl inançlara ve yanlış davranışlara sapmalarının önlenmesi olduğunu açıklar. Bu ayette geçen "sapma" kavramı, fitne kelimesinin doğru yoldan ayrılma şeklindeki farklı kullanımına örnek teşkil eder.
"Biz sana, insanlar için gerçeği ortaya koymak üzere kitabı indirdik; artık kim doğru yolu izlerse kendi iyiliği için izlemiş olur, kim de yoldan saparsa kendi aleyhine sapmış olur; sen onlardan sorumlu değilsin." (Zümer Suresi, 41. ayet)
Tefsiri: Kitaptan maksat, Kur'an-ı Kerim'dir. Kur'an, Resulullah'a (SAV) Allah tarafından gönderilmiştir; gönderiliş amacı ise gerçeğin ortaya konması, insanların batıl inançlara ve yanlış davranışlara sapmalarının önlenmesidir. Bundan sonra Yüce Kitabımızın aydınlığından yararlanarak doğru yolu tutmak veya ona sırt çevirip yanlış yollara sapmak insanların kendi seçimlerine kalmıştır. Peygamber de insanların vekili değildir; yani insanların sorumluluğunu kendisi yüklenmek veya onları ilâhî hükümlere zorla inandırmak gibi bir görevi yoktur. Çünkü yükümlülük zorlamaya değil, insanın kendi seçimine dayanır.
Taha Suresi'nin 79. ayetinde fitne, sapmak, sapıklık ve sapkınlık şeklinde doğru yoldan ayrılmış, dine olan inancını yitirmiş anlamında kullanılır. "Firavun kavmini saptırmış, doğru yolu göstermemişti." (Taha Suresi, 79. ayet)
Tefsiri: Hz. Musa'nın Allah'ın lutfuyla İsrailoğulları'nı Firavun'un zulmünden kurtarması ve bunun için denizin ortasından yol açılması mucizesine Kur'an-ı Kerim'in değişik yerlerinde farklı ifadelerle değinilmiştir.
Şeytanın kışkırtması sonucu Hz. Adem ile Havva yasak elmadan yer ve Allah'a karşı gelerek yollarını şaşırmış olur. Taha Suresi'nin 121. ayetinde yer alan karşı gelerek yolu şaşırma ifadeleri fitne kavramının geçtiği bir başka yerdir.
"Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı." (Taha Suresi, 121. ayet)
Tefsiri: Genellikle müfessirler bu ayetlerle Kur'an'da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. ayet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilahi uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler . Bu sureden önce inen Sad ve A'raf surelerinde Adem'in yaratılması ve İblis'in ilahi buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir. Yine A'raf suresinde Adem'e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkanı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur'an'ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Adem'in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden söz edilmektedir.
Şeytanın kışkırtması sonucu Hz. Adem ile Havva yasak elmadan yer ve Allah'a karşı gelerek yollarını şaşırmış olur. Taha Suresi'nin 121. ayetinde yer alan karşı gelerek yolu şaşırma ifadeleri fitne kavramının geçtiği bir başka yerdir. "Nihayet ikisi de o ağaçtan yediler. Bunun üzerine mahrem yerleri kendilerine göründü, üstlerini cennet yaprağıyla örtmeye çalıştılar. Böylece Âdem rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı." (Taha Suresi, 121. ayet)
Tefsiri: Genellikle müfessirler bu ayetlerle Kur'an'da uyarılara tekrar tekrar yer verildiğini bildiren 113. ayet arasında bağ kurarlar; burada, insanoğlunun ilahi uyarılar karşısındaki hatalı tutumunun ilk atasından beri görülen bir durum olduğuna işaret bulunduğunu belirtirler . Bu sureden önce inen Sad ve A'raf surelerinde Adem'in yaratılması ve İblis'in ilahi buyruğa karşı gelmesi olayına geniş yer verilmiştir.
Yine A'raf suresinde Adem'e –yasak ağaca yaklaşmamaları koşuluyla– eşiyle birlikte cennette kalma imkanı verildiğinden, fakat şeytanın kışkırtması sonucu buradan çıkarıldıklarından, ardından da yaptıkları yüzünden derin pişmanlık duyduklarından söz edilmiştir. Aynı konulara farklı bağlamlarda ve farklı üslûplarla değinilmesi, Kur'an'ın hususiyetleri hakkında bilgi sahibi olanlar için yabancı bir durum değildir. Burada önceki değinilerden farklı olarak Adem'in tövbesinin kabul edildiğinden hatta onun seçkin kılındığından yani peygamber olarak görevlendirildiğinden söz edilmektedir.
Kaynak: Fikriyat.com (Daha fazlası için tıklayın)