ORUÇ
🔸 Oruç kelimesi, sözlükte "bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak" anlamına gelen Arapça 'savm'ın Farsça karşılığı olan rûze kelimesinin Türkçeleşmiş şeklidir. İslam'ın beş şartından biri olan oruç, Kur'an-ı Kerim'de on üç yerde, hadislerde ise çok sayıda geçer. Hz. Peygamber bir hadisinde "Kim iman ederek ve sevabını sadece Allah'tan umarak Ramazan orucunu tutarsa önceki günahları affedilir" buyurmuştur.
🔸 Oruç, Allah'a kulluk niyetiyle tan yerinin ağarmasından güneş batana kadar kişinin kendisini yeme-içme gibi orucu bozan diğer şeylerden alıkoyduğu ibadettir. Oruç ibadetinin temel hedefi, insanları takvaya eriştirmektir. Bu bizzat Kur'an-ı Kerim'de "Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı…" (Bakara, 2,/183) şeklinde ifade edilmektedir. Oruç, kalbi günahların oluşturduğu manevi kirlerden arındırmak için bulunmaz bir fırsattır. Nitekim Peygamber Efendimiz de şöyle buyurmaktadır: "Ramazan ayı size bereketiyle geldi, Allah o ayda sizi zengin kılar, bundan dolayı size rahmet indirir, hataları yok eder, o ayda duaları kabul eder. Allah Teâlâ sizin (Ramazan ayındaki ibadet ve hayır konusunda) birbirinizle yarış etmenize bakar ve meleklerine karşı sizinle övünür. O hâlde iyilik ve hayırdan yana Allah Teâlâ'ya kendinizi gösteriniz. Ramazan ayında Allah'ın rahmetinden kendisini mahrum eden kimse bedbaht kimsedir." (Heysemî, Mecmau'z-zevâid, III, 344)
SAHUR
🔸 Sahur, "sabah olmadan önceki vakit, gecenin son üçte biri" anlamındaki seher kelimesiyle aynı kökten gelir. Dinî bir terim olarak sahur "oruç tutmaya hazırlık olmak üzere fecrin doğmasından önce yani seher vaktinde yenilen yemeği" ifade eder. Bazı hadislerde bunun için "ekletü's-sehar" veya "ekletü's-suhûr" karşılıkları da kullanılmıştır.
🔸 Hadislerde "sahura kalkmak ve bir yudum su ile bile olsa sahur yapmak" tavsiye edilir ve "sahura kalkanların Allah'ın rahmetine ve meleklerin duasına mazhar olacağı" belirtilir.
🔸 Peygamber Efendimiz, sahur yemeğini "mübarek bir gıda" olarak nitelendirilmiştir. (Ebû Dâvûd, Savm, 17; Nesâî, Sıyâm, 25-26)
İMSAK
🔸 İmsak, orucun başlayıp sahurun sona erdiği vakittir. Sözlükte "bir şeyi tutmak, sımsıkı sarılmak, alıkoymak; bir şeyden el çekmek, kendini tutmak" gibi manalara gelen imsak, terim olarak "ikinci fecrin (fecr-i sâdık) doğuşundan güneşin batışına kadar yeme, içmeden nefsi alıkoymak" demektir. İmsak vakti, sabah ezanının okunmasıyla başlar.
🔸 Fıkıh âlimlerinin çoğunluğu, imsakin ikinci fecrin doğuşuyla başladığını ve güneşin batışına kadar devam ettiğini kabul eder. Bunlardan fecrin ilk doğuş anını sınır kabul edenler ihtiyatı, aydınlığın biraz yayılıp belirmesini benimseyenler de kolaylığı esas almışlardır. Sabah namazı imsak vaktinin girmesiyle kılınabilir mi?
İFTAR
🔸 Sözlükte fatr "yarmak, kesmek; yaratmak, icat etmek", bu kökten türeyen iftâr ve fıtr kelimeleri diğer bazı anlamların yanı sıra "orucu açmak, oruçluya orucu açtırmak, başlanmış bulunan orucu bozmak veya hiç oruç tutmamak" gibi manalara gelir. İftar vakti, güneşin batıp akşam ezanının okunmasıyla başlar.
🔸 Hz. Peygamber, sahur yemeğinin geciktirilmesini iftarda ise acele edilmesini tavsiye etmiştir. Bu tavsiyesini bizzat uygulayan Peygamber Efendimiz, iftarını akşam namazından önce su ve birkaç hurmayla açmıştır.
🔸 Peygamber Efendimiz "Oruçlu müminin iki sevinçli anı vardır. Orucunu açtığı zaman ve Rabbine kavuştuğu ân..." buyurmuştur.
🔸 Peygamber Efendimiz, oruçlunun iftar anında yapacağı duanın geri çevrilmeyeceği müjdesini verir. İftar duası, oruç tutan kişinin bu ibadeti yerine getirmenin ve iftar sofrasında bulunanlar karşısında şükrünü içerir. Herkes, içinden geldiği gibi dua etmesi ve şükrünü dile getirmesi mümkündür. Hz. Peygamber iftarla ilgili şöyle dua ederdi: "Allahım! Senin rızân için oruç tuttum, senin verdiğin rızıkla orucumu açtım" (Ebû Dâvûd, "Ṣavm", 22); "Allahım! Senin rızân için oruç tuttuk, senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü sen her şeyi işiten ve bilensin" (Dârekutnî, II, 185) İftarın habercisi top atışı geleneği nasıl başladı?
MUKABELE
🔸 Mukabele, sözlükte "iki şeyi birbiriyle karşılaştırmak" anlamına gelir. Üç aylarda ve özellikle Ramazan ayında cami, mescide ve evlerde daha çok sabah, öğle, ikindi namazları öncesinde hâfızlar tarafından okunan Kur'an'ı takip etmek suretiyle hatim indirme geleneğine adıdır. Resul-i Ekrem'in vefatından önceki son Ramazan'da mukabele iki defa gerçekleşti. Aynı zamanda sahabeden bazıları Ramazan ayı gelince aile fertlerini toplayarak onlara mukabele okurlardı. İbni Mes'ûd'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim Kur'ân-ı Kerîm'den bir harf okursa, onun için bir iyilik sevabı vardır. Her bir iyiliğin karşılığı da on sevaptır. Ben, elif lâm mîm bir harftir demiyorum; bilâkis elif bir harftir, lâm bir harftir, mîm de bir harftir." (Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'ân 16)
🔸 Mukabele karşılık verme, karşılıklı okuma anlamına gelir. Bir kimsenin Kur'an'ı ezberden veya kitaptan yüksek sesle okuması ve onu dinleyen topluluğun da sessizce Kur'an'dan takip etmesi anlamına gelen mukabele okumanın adabı sırasıyla şu şekilde olmalıdır: Okumaya başlamadan önce ağzı misvakla temizlemek, Kur'an'ı mescit veya bir başka temiz yerde okumak, kıbleye yönelmek.
FİTRE
🔸 Halk arasında fitre diye bilinen fıtır sadakası, insan olarak yaratılmanın ve Ramazan orucunu tutup bayrama ulaşmanın bir şükrü olarak; dinen zengin olup Ramazan ayının sonuna yetişen Müslümanın, belirli kimselere vermesi vacip olan bir sadakadır. Vacip oluşu, sünnetle sabittir.
🔸 Kişi, kendisinin ve küçük çocuklarının fitrelerini vermekle yükümlüdür. Hz. Peygamber, köle-hür, büyük-küçük, kadın-erkek her Müslümana fitrenin gerektiğini ifade etmiştir (Ebû Dâvûd, Zekât, 20).
🔸 Fıtır sadakasının vacip olma zamanı Ramazan bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha faziletlidir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir. Ancak, bayram namazından önce verilmesi sevap olarak kabul edilmiştir.
🔸 Şâfiî mezhebinde ise; fitreyi, meşru bir mazeret bulunmadıkça bayramın birinci gününün gün batımından sonraya bırakmak haramdır. Fitreyi Ramazan'ın ilk günlerinde vermek de caizdir (Nevevî, el-Mecmû', VI, 128).
FİDYE
🔸 İhtiyarlık ve şifa ümidi kalmamış bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, kazâ etmesi mümkün olmadığı için tutamadığı gün sayısınca ödediği para veya iaşedir.
🔸 Bu durumda olan kişi daha sonra kaza etmeye gücü bulamıyorsa tutamadığı günler sayısınca fidye öder. Oruç fidyesinin tutarı, fıtır sadakasına denktir. Bu kimse fidyesini Ramazan ayının sonunda toptan veya günlük olarak ödeyebileceği gibi Ramazan başında da verebilir. Fidyenin meşruiyet şartı "oruç tutmaya güç yetirememek"tir.
TEMCİD
🔸 Temcid, Recep, Şaban ve Ramazan aylarında, müezzinlerin sabah ezanından önce minarelerden okudukları Arapça ilahilerdir. "Tâzim ve senâ etmek" anlamındaki temcid minarelerde ezandan ayrı olarak Allah'a yapılan dua, tazarru ve münâcâtlardır. Temcidler üç aylara mahsustur. Receb'in birinci gecesinde başlar, Ramazan'ın son teravih gecesine kadar devam ederdi.
🔸 Temcid icrasının belli bir kaidesi vardı. Bir kişinin, "Yâ hazreti mevlâm" şeklindeki girişinden sonra üç defa kelime-i tevhid çekilir. Ardından peygamberlerden bazılarının ismi zikredilir ve Peygamber Efendimize salât ü selâm getirilir. Daha sonra Allah'ın isimlerini ihtiva eden Kur'an ayetlerinden biri okunur; bunu bir beyitten ibaret münacat veya na'tın okunması takip eder. Hep birlikte "ve'l-hamdü li'llâhi rabbi'l-âlemîn" denilip ardından bir kişi tarafından fatiha çekildikten sonra yine bir kişinin, "Mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin ..." (...) veya "Sübhâne rabbike rabbi'l-izzeti ammâ yasifûn ..." diye başlayan ayeti okumasıyla temcîd sona erer.
🔸 Ramazanın ilk on beş gecesinde "merhabâ yâ şehr-i ramazan merhabâ", son on beş gecesinde "elvedâ dost elved" denirdi.
TERAVİH
🔸 "Tervîha" sözcüğünün çoğulu olan teravih, Arapçada "rahatlatmak, dinlendirmek" anlamına gelir. Esasen bu namaz, Hz. Peygamber'in hadislerinde "kıyâmu şehri ramazan" (ramazan ayının namazı) veya "ihyâu leyâlî ramazan" (ramazan gecelerinin ihyası) şeklinde yer alır. İslam alimleri, teravih namazının erkek ve kadın her Müslüman için sünnet olduğu konusunda görüş birliğine varır. Orucun değil Ramazan ayının sünneti olduğundan oruç tutamayanlar da bu namazı kılar.
🔸 Hz. Peygamber ashabını teşvik etmiş ve bu teşviklere uyarak mescitte teravih kılanları tebrik etmişti. Hz. Peygamber, mescitte Übey b. Ka'b'ın imamlığında teravih kılanları görünce onları "güzel yapıyorlar, isabet ediyorlar." diyerek övdüğü rivayet edilir.
🔸 Teravih namazını başlangıçta cemaate bizzat kıldıran Hz. Peygamber ümmetinin yükünü arttırabileceği düşüncesiyle bu uygulamadan vazgeçmiştir. Onun bu namazı iki veya üç gün mescitte kıldırdığı, cemaatin gittikçe çoğaldığını görünce mescide çıkmadığı ve bunu Allah'ın farz kılabileceği endişesiyle yaptığını söylediği rivayet edilir. Resûlullah'ın kıldırdığı teravih namazlarından birini anlatan Ebû Zer el-Gıfârî onun namazı neredeyse sahura kadar uzattığını söyler.
MAHYA
🔸 Mahya, Ramazan aylarında birden fazla minareli camilerin iki minaresi arasına kurulan ışıklı yazıdır. Farsça mâh "ay" isminden Arapça -iyye ekiyle oluşturulmuş Osmanlıca mâhiyye kelimesinin günümüz Türkçesindeki şeklidir.
🔸 İslam beldelerinde, mübarek günlerde kandil yakma geleneği eskiden beri bulunurdu. Fakat minareler arasına gerilen ipler üzerinde kandillerle yazılar yazılması veya çeşitli şekiller tasvir edilmesi geleneği Osmanlı'ya özgüdür. Mahyacılık sanatı İstanbul'da ortaya çıkmıştır.
🔸 Osmanlı'da mahyaları yakmakla görevlendirilen kişi, saraydan gönderilen incilerle yeşil veya kırmızı atlas üzerine kuracağı mahyanın küçük bir örneğini çizerdi. Bu örnek beğenilirse kendisine iade edilip aynı şekilde kurması istenirdi.
🔸 Mahyanın önce kareli bir kâğıt üzerinde iki minare arasına gerilecek ipi temsil eden yatay bir doğrunun altına istenilen yazı yazılarak veya tasvir yapılarak bir modeli hazırlanır, bu model üzerinde kandillerin asılacağı noktalar ve bu noktalardan sarkıtılacak uçlarında kandil bulunan düşey iplerin boyu belirlenirdi.
🔸 Mahyanın kurulması sırasında taşıyıcı ip minareler arasına gerildikten sonra birbirine olan mesafeleri ve uzunlukları önceden belirlenen ve bir uçlarına bir makara, diğer uçlarına kandil bağlanan düşey ipler uzun bir ipe tespit edilerek taşıyıcıya bindirilir ve uzun ipin ucu diğer minaredeki bir makaradan geçirilip çekilmek suretiyle gerginleştirilirdi. Bu düzene göre hareket ettirilen kandillerin yağı her akşam tazelenir ve ortalama 5 okka zeytinyağı tüketilirdi.
İTİKÂF
🔸 Fıkıh terimi olarak itikâf, bir camide ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra her yıl Ramazan'ın son on gününde itikâfa çekildiğini, hanımlarının da genelde Resûl-i Ekrem'le birlikte itikâf yaptığını nakleder (Buhârî, "İ'tikâf", 3; Müslim, "Hayz", 6; Tirmizî, "Savm", 80).
🔸 Peygamberimizin Ramazan'ın son on gününde daha fazla ibadet ettiği bilinmektedir. Hz. Âişe'nin belirttiğine göre Resûl-i Ekrem ramazanın son on gününe girildiğinde bütün geceyi ihya eder; ailesini uyandırırdı.
🔸 Hz. Peygamber'in bu tatbikatından hareketle âlimler, oruçlunun özellikle ramazanın son on gününde itikâfa girmesini müstehap kabul etmişlerdir. İtikâf bir ibadet olduğundan itikâfa bir mescitte girilmesi ve niyet etmesi gereklidir. Kadınlar evlerinin bir odasında itikâfa girerler.
🔸 İtikâfa girmek nefsi yasaklardan korumada daha etkili bir yöntem olduğu gibi, Ramazan'ın son on gününde olması tahmin edilen Kadir gecesine rastlama imkânı ve umudunu da arttırır. İtikâf, insanı dünyevî meşgalelerden uzaklaştırıp daha fazla ibadete vesile olması yanında, genel anlamda hayatın anlamı üzerinde tefekkür etme imkânı da sağlar. İnsanların zaman zaman böyle derin tefekküre ihtiyacı vardır. İtikâf bu tefekkürü gerçekleştirmek için bir fırsat olarak kullanılabilir.
🔸 İtikafa giren kişi vaktini namaz, Kur'an tilâveti, dua, zikir ve tefekkür gibi ibadet ve taatlerin yanında dinî bilgi ve kültürünü artıracak sohbet ve okumalarla değerlendirir. Doğal ihtiyaçlarını gidermek için mescidi meşgul etmeyecek ve kirletmeyecek şeyleri mescide getirebilir. Mescit içerisinde yer, içer ve orada istirahat eder.
RÜ'YET-İ HİLÂL
🔸 Rü'yet-i hilâl, hilalin gözükmesi anlamına gelir.
🔸 Kamerî aylar, adından anlaşıldığı gibi başlangıcı ve bitişi ayın hareketlerine göre belirlenen aylardır. Ramazan, ay takvimine göre her sene değiştiğinden, oruca başlayabilmek için öncelikle, Ramazan'ın başladığını tespit etmek gerekmektedir. Peygamberimiz "Hilâli (ramazan hilâli) görünce oruca başlayınız ve hilâli (şevval hilâli) görünce bayram ediniz. Hava bulutlu olursa içinde bulunduğunuz ayı otuza tamamlayınız" buyurmuştur. (Buhârî, "Savm", 5, 11; Müslim, "Sıyâm", 3-4, 7-10)
🔸 Bir başka hadiste de "Hilâli görmedikçe başlamayınız, hilâli görmedikçe bayram etmeyiniz. Hava bulutlu olur da hilâli göremeyecek olursanız, ayı otuza tamamlayın" (Buhârî, "Savm", 11) buyurulmuştur.
🔸 Bunun için Şaban ayının 29. gününden itibaren hilâli görme araştırmaları yapmak gerekmiştir. Aynı şekilde, Ramazan ayının çıkıp şevval ayının girdiğini anlamak, dolayısıyla bayram günü oruç tutmuş olmamak için bu defa Ramazanın 29. gününden itibaren hilâl gözetlenir ve görülmeye çalışılır. Şaban ayının yirmi dokuzunda hava bulutlu olur da ay görülemezse, kamerî aylar bazan 29 bazan 30 çektiğinden, Peygamberimizin direktifi doğrultusunda Şaban ayının otuz çektiği farz edilerek ona göre davranmak gerekir. Rivayet edildiğine göre Peygamberimiz hilâli gördüğü vakit ramazanın bereketli ve huzurlu geçmesi için dua ederdi.
🔸 Hem güneş battıktan sonra daha kolay görüleceği, hem de hesabın netleşeceği düşüncesinden dolayı âlimlerin büyük çoğunluğu hilâlin gündüz değil, güneş battıktan sonra görülmesine itibar edileceğini söylemişlerdir.
🔸 Osmanlı döneminde kullanılan Hicri takvime göre ayların başlangıcı yeni ayın görülmesi ile başlardı. Ayın dünyanın çevresinde dolaşmasının 29,5 günde tamamlanmasından dolayı, aylar bazen 29 bazen de 30 güne denk gelmekteydi. Şaban ayının son günlerinde takvimleri hazırlamakla görevli müneccimler, Ramazan'ın başlangıcının ne zaman olacağını yetkililere bildirirdi. Ancak her zaman müneccimlerin dediği tarih esas alınmazdı.
SAVM-İ VİSAL
🔸 Savm-i visal, iki veya daha fazla günü iftar etmeksizin oruçlu geçirme anlamına gelir. Bu oruç şekli, güneş battıktan sonra da hiçbir şey yemeyip yarındaki güne kavuşmak ve o gün de oruca devam etmektir. Peygamber Efendimiz, bu şekilde oruç tutmayı yasaklamıştır. Hz. Peygamber, "İftar etmeksizin peşi peşine oruç tutmayın." buyurmuştur.
KADİR GECESİ
🔸 Kur'an'ı Kerim'in nazil olmaya başladığı geceye verilen addır. Sözlükte kadir kelimesi "hüküm, şeref, güç, yücelik" gibi anlamlara gelir. Dinî literatürde ise "leyletü'l-Kadr" şeklinde Kur'ân-ı Kerîm'in indirildiği gecenin adı olarak kullanılır. Aynı adı taşıyan 97. sûre bu gecenin fazileti hakkında nâzil olmuştur. Kur'an'ın bu gece indirildiğine dikkat çekilerek şöyle buyrulur: "And olsun ki, biz onu Kadir Gecesinde (Leyletü'l-Kadr) indirdik."
🔸 Allah'ın insanlara peygamberler vasıtasıyla son hitabı ve nihaî mesajı olan Kur'an'ı indirmesi, insanlığın hidayetinde bir dönüm noktası teşkil ettiği için bu olayın gerçekleştiği gece özel bir anlam taşır. Kadir gecesinin önemine işaret eden bir hadiste, önceki ümmetlerin uzun ömürlü olmaları sebebiyle fazla sevap kazanma imkanına sahip bulunmalarına karşılık Müslümanlara Kadir gecesinin verildiği belirtilir.
🔸 Buhari ve Müslim adlı iki değerli kaynakta aktarılan bir hadis-i şerifte, "faziletine inanarak ve mükâfatını da Allah'tan bekleyerek Kadir gecesini ihyâ edenlerin geçmiş günahlarının affedileceği" müjdelenmiştir.
REYYÂN
🔸 Reyyan kelimesi, susuzluğu giderilen, suya kanan, susuzluğu olmayan anlamına gelir. Reyyan, yalnızca oruç tutan Müslümanların gireceği cennet kapısının ismidir. Kim oruçlulardan ise oraya girer, giren ise asla susamaz. "Cennette Reyyan adında bir kapı vardır. Bu kapıdan sadece oruçlular çağrılır. Kim oruçlulardan ise oraya girer, giren ise asla susamaz." (Buhari, Müslim)
BAYRAM
🔸 Bayram, kavram olarak dini ve milli açıdan özel önemi olan ve topluca kutlanılan gün anlamına gelir.
🔸 Peygamberimiz bayramları, Müslümanlar için yardımlaşma, dayanışma ve sevinç günleri ilan ederek, bugünlerde, insanların gülüp eğlenmelerine izin verirdi. Müslümanlar bu günlerde birbirlerini ziyaret eder, bayramlaşır, yer, içer ve meşrû bir şekilde eğlenerek günlerini neşe ile geçirmeye çalışırlardı. Hz. Peygamber bir başka hadisinde ise şöyle buyurur: "Arefe günü, kurban günü ve "teşrik" günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir." (Ebû Dâvud, "Savm", 50; Tirmizî, "Savm", 59)
🔸 Hz. Peygamber, Ramazan bayramı, namaza çıkmadan önce birkaç tane hurma yerdi. O'nun hurma yeme âdeti bir sünnet telakki edildi ve bu anlayış, bayramlarda tatlı ikramı geleneğini doğurdu.