Türk musikisi Müzik tarihi, neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Müzik, Türklerin yaşamlarının her safhasında olduğu gibi İslâmiyet'i kabûlden sonra da yer almaya devam etmiştir. Düğünlerde, bayramlarda, asker uğurlama ve karşılama törenlerinde, her türlü dînî törende, hatta savaşlarda bile müzik her zaman yer almıştır. Türk mûsikîsi, klâsik, folklorik, askerî ve dînî olmak üzere dört ana başlık altında toplanmaktadır. Dînî mûsikî ise icrâ edildiği mekânlara göre Câmi mûsikîsi ve Tekke mûsikîsi olarak ikiye ayrılır. Birbirine yakın bu iki türden Tekke mûsikîsinde insan seslerinin yanı sıra sazlara da yer verilmiştir. Câmi Mûsikîsinde ise saz kullanılmaz.
Türk dini musikisi Câmi Mûsikîsi eserlerinde görülen zâhidâne, ağır başlı üslûp, Tekke Mûsikîsi eserlerinde yerini tasavvufî bir coşkuya bırakır. Ezan, kamet, salâ, salâtü's-selâm, mi'râciye, mevlîd, tekbîr, temcîd, tesbîh, mahfel sürmesi, münâcaat gibi câmiye ait formlarla; mevlevî âyini, nefes, durak gibi tekkeye ait formlar ve her iki mekânda ortak kullanılan ilâhî, tevşîh, şugl, na' t gibi formlar Türk dînî mûsikîsini oluşturur.
Dini musiki içerisinde yer alan Ramazan ilahileri Dînî mûsîkî içinde, "Muharrem İlâhîleri", "Safer İlâhîleri", "Recep İlâhîleri", "Şâban ilâhîleri", Zi'l-kâde İlâhîleri, "Zi'l-hicce İlâhîleri" gibi içinde bulunulan ayların özelliklerini anlatan, bu aylarda yaşanmış olayları hatırlatan ve bu ayların dînî açıdan önemine işâret eden özel yapıda ilâhîler vardır. Bunlar arasında en önemli kısmı "Ramazan ilâhîleri" teşkîl eder.
Ramazan ilahisi nedir?
Cami ve tekkelerde cemaatle kılınan teravih namazının her dört rek'atı arasında okunan ilâhiler, Ramazan ilahisi olarak adlandırılır. Hem "Câmi" hem de "Tekke mûsikîsi" repertuarlarında yer alan bu ilâhîler, Terâvih namâzı sırasında genellikle her dörder rek'attan sonra verilen aralarda okunmak gayesiyle bestelenmiş eserlerdir.
Ramazan ilahileri nasıl ortaya çıkmıştır?
Ramazan ilahilerinin selâtin camilerinde uygulanan cumhur müezzinliğinin bir parçası halinde cami mûsikisine taşınarak geliştiği anlaşılmaktadır. Teravihin farklı makamlardan ilâhiler eşliğinde kılınmasına dair esasların Buhûrîzâde Mustafa Itrî Efendi tarafından belirlendiği kabul edilir. Bundan hareketle ramazan ilâhilerinin ortaya çıkışını onun yaşadığı XVII. yüzyıl öncesine kadar götürmek mümkündür. Teravih namazına başlanırken okunan, "Sübhânellāhi ve'l-hamdü li'llâhi ve lâ ilâhe illâllāhü vallāhü ekber; ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ bi'llâhi'l-aliyyi'l-azîm" şeklindeki tesbihin ısfahan makamında olması gerekir. Klasikleşmiş sıralamayla ilk dört rek'atla ardından okunacak ilâhinin rast, ikinci dört rek'atla bunu takip eden ilâhinin uşşak, üçüncü dört rek'atla bunun arkasından okunacak eserin sabâ, dördüncüsünün eviç, beşincisinin acem-aşiran makamında olması gerekir. Teravihin ramazan ilâhileriyle birlikte kılınmasının unutulmaya yüz tuttuğu günümüzde rek'at aralarında topluca salât-ı ümmiyye okunmakta, son dört rek'atın ardından bu salât üç defa tekrarlanmaktadır. Bazan salât-ı ümmiyye yerine mâhur makamındaki, "Allāhümme salli ale'l-Mustafâ / Bedîu'l-cemâli ve bahri'l-vefâ" şuğulünün okunduğu da görülmektedir. Ramazan ilâhileri beş ayrı makamdan seçilen beş ilâhiden meydana gelen bir takım halinde tertiplenmiştir. Uygulamalardan, her gece aynı ilâhi takımı okunabileceği gibi değişik makamlarda bestelenmiş farklı ilâhilerin de okunduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı döneminde Ramazan ilahileri Osmanlı Medeniyeti'nde dînî yaşantı mûsikî sanatı ile iç içedir. Özellikle Osmanlı Döneminin en önemli mânevî eğitim kurumlarından olan Mevlevîlik, Mevlânâ'nın büyük bir din ve sanat bilgini olarak mûsikî hakkındaki yüceltici fikirlerinden dolayı, devrin güzel sanatlar akademileri yahut konservatuarlarıydılar. Mûsikî sanatımız üzerinde Mevlevîliğin tesiri o kadar büyüktür ki, "Türk Mûsikîsi Mevlevîhânelerde gelişmiştir" denebilir. Mevlânâ, Allah aşkıyla duyulan yüksek heyecân ve kendinden geçişin, ilâhî ilham ve neş'enin kaynağı hâline gelmiş olan gönlünü şiir, mûsikî ve sema' gibi üç güzel sanatın ulvîyet ve kudsîyetinde eritmiştir. Mevlevîlerin zikri olan sema', mutlakâ mûsikî eşliğinde yapıldığından, Mevlevîhânelerde teorik ve uygulamalı mûsikî eğitimi yapılmış, bu yüzden Türk Mûsikîsi'nin en büyük bestekârları Mevlevîhânelerden yetişmişlerdir. Buhûrîzâde Mustafa Efendi (Itrî), Sultan III.Selîm, Sultân II.Mahmud, Hammâmîzâde İsmâîl Dede-Efendi, Zekâî Dede, Hacı Fâik Bey, Neyzen Sâlih Dede, Hüseyin Fahreddin Dede, Neyzen Emîn Dede, Râuf Yektâ Bey, Ahmet Avni Konuk hemen sayılabilen mevlevî bestecilerdendir.
Ramazan hangi ilahilerle karşılanmıştır?
Osmanlı'da bu mübarek ay, ilk on beş gecesinde şu ilahi ile karşılanmıştır: "Merhabâ ey şehr-i remezân merhabâ" "Merhabâ ey sevgili mâh-ı mübârek merhabâ" "Hoş safâ geldin şehr-i remezân" "Geldi hoş lûtf ile şehr-i remezân" Bu sözler son on beş gecede yani uğurlama gecelerinde yerini; "Elvedâ bizden sana ey şehr-i rahmet elvedâ" "Elvedâ şehr-i remezân elvedâ" "Ey mâh-ı gufrân elvedâ" "Zikr u tesbîh u terâvih, gitti bunlar elvedâ" gibi sözlere bırakmıştır. Ayrıca, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren güfteleri ramazanla ilgili olmayan, dinî, tasavvufî ve ahlâkî öğütler veren eserler de ramazan ilâhisi olarak okunmuştur.
Ramazan ilahilerinin güfteleri kimlere aittir?
Ramazan ilâhilerinin güfteleri genellikle Üftâde Hazretleri, Aziz Mahmud Hüdâyî, Bursalı İsmâil Hakkı, Erzurumlu İbrâhim Hakkı gibi mutasavvıf şairlere aittir. Besteleri çoğu tekke mensubu olan klasik Türk mûsikisi bestekârları tarafından yapılmıştır.
Aziz Mahmut Hüdayi Aziz Mahmut Hüdayi Ramazan ilahisi yazan alimlerden biridir. Aziz Mahmud Hüdâî Efendi'ye ait bir temcidin olduğu da kabul olunmaktadır. Sözlükte "tâzim ve senâ etmek" anlamındaki temcîd, minarelerde ezandan ayrı olarak Allah'a yapılan dua, tazarru ve münâcâtlar hakkında kullanılır. "Ol Ey Hüdâî subh ü şâm, Zikr-i Hudâda ber-devâm… Medet gitti şehr-i siyâm, Ey mâh-ı gufrân elvedâ…" "Nur ile doldu yine kevn ümekân Geldi hoş lûtf ile şehr-i Ramazan Zeyn olup açıldı ebvâb-ı cinân. Geldi hoş lûtf ile şehr-i Ramazan Mâsiva hubbun aradan çıkagör Zât-ı bî-çüne Hüdâî eregör Bezm-i vahdette Safâlar süregör Geldi hoş lûtf ile şehr-i Ramazan"
Bursalı İsmail Hakkı Bursalı İsmail Hakkı da Ramazan ilahisi yazan isimlerden biridir. İlahisi ise şu şekildedir:
"Sâye saldı ehl-i imân üstüne Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan. Doğdu ol nur ehl-i irfân üstüne Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan. Bağlayıb şeytanı bende vurdular Cümleten ağyar-ı Hakkı sürdüler Ehl-i Hakk ol ayda Hakkı gördüler Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan. Ehl-i cürmün Hak gözü yaşın siler Ağlayanlar şâd olur dâim güler Şerbet-i gufrân içerler âsiler Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan. Kıl terâvihi safâlar bulagör Et tesâbihi vefâlar bulagör Zikr ü taat nûru ile dolagör Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan. Kalbi jeng-i masivadan eyle ağ Bu vücudun zenbin andan kıl ferağ Hakkıyâ nûr-ı Hudâdan yak çerağ Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan."
İsmail Hakkı Bey 19. yüzyılın Türk bestekarlarından biri olan İsmail Hakkı Bey de Ramazan ayının gelişini dizeleriyle taçlandıran isimlerden biridir: "Merhabâ ey sevgili mâh-ı mübârek merhabâ, Merhabâ ey âlemin feyz ü neşâtı merhabâ, Sensin ol âlemi nûrunla münevver eyleyen, Merhabâ ey bâis-i fahr-i mübahât merhabâ."
Aziz Mahmut Hüdayi'nin şeyhi Üftade Hazretleri Üftade Hazretleri ise mübarek Ramazan ayının gidişine karşı duyduğu üzüntüyü şu ilahisiyle anlatır: "Üftâde Hazretleri Ey dostlarım ağlaşalım Oruç ayı gitti yine Hasret ile inleşelim Oruç ayı gitti yine İr nûr idi Hakk'dan gelip Yere göğe nuru dolup Sadıkların elin alup Oruç ayı gitti yine Etmiş idi ahde vefâ Vermiş idi cana safâ Olmuş idi derde şifâ Oruç ayı gitti yine Üftâde'yi şâd eyleyen Mü'minleri yâd eyleyen Kaygudan âzâd eyleyen Oruç ayı gitti yine "
Güfteleri ve mûsiki yapıları, özellikle de usulleri bakımından cami ve tekke ilâhileri kısmen birbirinden farklıdır. Ancak her iki türde sevilen eserler hem cami hem tekkelerde, bazan da dinî toplantılarda okunmuştur. Güftesinin Yûnus Emre'ye ait olduğu söylenen, Zekâi Dede'nin uşşak makamında bestelediği, "Ey enbiyâlar serveri / Ey evliyâlar rehberi / Ey ins ü can peygamberi / Ehlen ve sehlen merhabâ" mısralarıyla başlayan, güftesi ve bestesi itibariyle tevşîh formundaki ilâhi ramazan ayında, "Yâ merhabâ dost merhabâ / Mâh-ı mübârek merhabâ" veya, "Yâ elvedâ dost elvedâ / Şehr-i ramazan elvedâ" nakaratının ilâvesiyle teravih namazının ilk dört rek'atından sonra okunduğu gibi minareden verilen temcîdlerde de okunurdu.
Şuğul şeklinde bestelenen Ramazan ilahileri Şuğl, Türk dinî mûsikisinde bestekârların Türk mûsikisi makam ve usulleriyle besteledikleri Arapça güfteli ilâhilere verilen isimdir. Şuğul adı verilen Arapça ilâhiler arasında ramazan için tertiplenmiş olanlar da vardır. "Esselâmü aleyke yâ şehre'l-lutfi ve'l-ihsân / Esselâmü aleyke yâ şehre'n-nûri ve'l-îmân / Ente şehrün azîmün ünzile fîke'l-Kur'ân / Ente dayfün kerîmün vu'ide fîke'l-gufrân" bunlara bir örnektir...
Ramazan ilahisi şeklinde okunan "Tevşih"ler Türk dinî mûsikisinde mevlid ve mi'râciyye gibi büyük formda ve uzun eserlerin bölümleri arasında okunmak üzere bestelenmiş, güfteleri Hz. Peygamber'i konu alan ilâhilere tevşih adı verilir. Hz. Peygamber vasfında yazılmış tevşîhlerin ramazan ilâhisi şeklinde okunduğuna işaret edilmelidir. Bu tevşîhlerin en tanınmışları arasında yer alan Dede Ömer Rûşenî'nin, "Çün doğup tuttu cihan yüzünü hüsnün güneşi / Kim ola sevmeye bu vechile sen mâhveşi" matla'lı na'tı ile Nazîm, Nahîfî, Kânî, Râkım, Müstakimzâde gibi şairlerin yaptığı tahmîs veya tanzîrlerin başta Itrî, Ali Rıza (Şengel), Muallim İsmâil Hakkı Bey gibi bestekârlar tarafından tevşîh formundaki yirmi beşten fazla bestenin birçoğu ramazan ilâhisi şeklinde okunmuştur.
Ramazan ilahisi şeklinde okunan "Mersiye" ve "Muharremiye"ler Hz. Hüseyin'in şehâdeti dolayısıyla yazılmış mersiye ve muharremiyyelerin ramazan ilâhisi şeklinde okunduğu bilinmektedir. Bazı Arapça tesbihler de güfteleri itibariyle ramazan ilâhisi niteliğindedir. Çoğu "sübhâneke" diye başlayan, bir kısmının başında bulunan, "Sübhâne'l-meliki'l-mevlâ, sübhâne'l-meliki'l-a'lâ" mısralarının ardından esmâ-i hüsnâdan bazı isimlerin zikredildiği mısraların yer aldığı bu tür tesbihler "merhabâ (elvedâ) yâ şehr-i ramazân" mısraıyla son bulmaktadır.
Nevâ makamındaki şu eser bu türün güzel bir örneğidir: "Yâ ibâde'llāhi yâ ehle'l-kelâm / Kad etâ şehre's-sıyâmi ve'l-kelâm / Ma'şere'l-ihvân kūlû merhabâ / Merhabâ yâ merhabâ şehre's-sıyâm / Sübbûhun, kuddûsün rabbü'l-melâiketi ve'r-rûh." Güfte ve bestesi İmâm-ı Sultânî İbrâhim Efendi'ye ait bûselik makamındaki ilâhi de bu gruba giren eserlerdendir: "Yâ mürîde'l-hayri yâ sadre'l-kirâm / Merhabâ kūlû yâ şehre's-sıyâm / Verdı annâ inde hallâkı'l-enâm / Yâ kerîme'd-dayfi yâ şehre's-sıyâm."
Ramazan ilahisi şeklinde okunan Türkçe tesbihler Sayısı az olan Türkçe tesbihler de bir ramazan ilâhisi hüviyeti göstermektedir. "Hamd ü minnettir sana ey hâlik-ı müsteân / Mürde dilleri ihyâ kıldı şehr-i ramazân" ilâhisi mecmualarda bûselik makamında tesbih olarak kayıtlıdır. Abdülkadir Töre bu ilâhinin beste-ısfahan makamında "ramazana mahsus cumhur ilâhi" kaydıyla Zekâîzâde Hâfız Ahmed Efendi'ye, Sadettin Nüzhet Ergun ise acem-aşiran makamında ve Zekâi Dede'ye ait olduğunu söylemiştir.
Ramazan ilahileri kategorisinde yer alabilecek "Temcid"ler Ramazan ayında serbest veya besteli olarak minarelerden cumhur halinde okunan temcîdleri de ramazan ilâhileri arasında saymak mümkündür. Nitekim Sultan II. Mustafa'nın, "Şerm-sâr etme Hudâyâ rûz-ı mahşerde beni / Hürmetine hâtemin yandırma dûzahta beni" matla'lı şiiri bir mecmuada temcîd olarak kayıtlıdır. Güfte, 1235 (1820) yılı Ramazanında teravih kılındıktan sonra II. Mahmud'un isteği üzerine camide Şâkir Ağa tarafından ilâhi olarak okunmuştur.