Futbol dersi verdiler

Dortmund ve Bayern, Barcelona'nın Terim'e örnek koyduğu bıktırıcı ve usandırıcı futbolun tam tersini oynadı. Topu 3 saniyede Usain Bolt hızıyla rakip alana geçirdiler. Bu futbolu oynuyorsan Messi'ye ihtiyacın yok. Bizimkiler maratoncu gibi... Çünkü fundamental eğitimleri yok. Bizim antrenmanlarda koşulur ısınılır, ortada sıçan oynanır

Bayern Münih, Borussia Dortmund'u mağlup ederek Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Müthiş bir maç oynandı ve Robben maça damga vuran isimdi. Siz maçı nasıl buldunuz?
Sevgili Fatih Terim hocam acaba bu maçı seyretti mi, kasetini alıp kenara koydu mu? 'Ben bu maçı 50 kere, 100 kere seyretmem lazım' dedi mi? Çünkü bu iki takım Barcelona ve Real Madrid gibi medyatik iki efsaneyi sahadan sildiler. Niye sildiklerini de final maçında gördük. Borussia Dortmund'dan herhangi biri topu kendi yarı sahasında ele geçirdiği anda topun o bölümde kalma süresi en az 10 saniye... Neredeyse Usain Bolt hızıyla topu rakip alana geçirdiler. Yani Barcelona'nın Fatih Terim'e örnek koyduğu bıktırıcı, usandırıcı o köhne futbolun tam tersini oynadı. Barcelona'nın, Real Madrid'in 'Hazırlık pası' adı verilen yan toplarla, sahte paslarla, 780 bin tane pasla yaptığı işi Borussia Dortmund ve Bayern Münih tek pasla 3 saniyede yapıyor. 3 saniye... Bu hem seyri keyifli, iyi futbol ortaya çıkardı hem de bol pozisyon ortaya çıkardı. Bu futbolu oynadıktan sonra kazanman için Messi'lere ihtiyacın yok. Böyle oynarsan kazanırsın. On tane Messi olsa ne olur!
TEK HAMLE İLE DURDURDU
Bizim yıldızlarımız, ayaklarına top gelsin isterler. 10 santim yanlarından geçsin ayağını uzatmaz, pası atana da yerini işaret edip, 'buraya niye atmadın!' diye işaret ederler. Bunlar nerelere atıyorlar topu ama herkes koşuyor. Attığın topu almak için koşacaksın. Nasıl koşacaksın; Usain Bolt gibi koşacaksın. Bir ara sprinter'ler yarışıyor zannettim. Resmen kendimi olimpiyatta zannettim. Bir forvet koşuyor, yanında bir bek koşuyor, ikisi de sprinter... Bizimkiler maratoncu gibi oynuyor. Paslar, şut gibi... Pası stop ediyor. Neden? Çünkü temel eğitimi çok iyi... Futbolcunun eğitimi topu stop etmekle başlar. Stop eğitiminde iki unsur var; nereden, hangi hızla, hangi falso ile gelirse gelsin topu tek hamle ile durdurmak. Bu seni futbolcu yapar. Topu durdururken ne yapacağına da karar verip ona göre indirirsen yere, bu da seni büyük futbolcu yapar. Çünkü sana zaman kazandırır. Topu alıp sağa atacaksan ona göre durdurursun. Topu durdurup önüne atacaksan ona göre durdurursun. Topu durdurup sola doğru atacaksan ona göre durdurursun. Bunu da büyük futbolcu yapabilir ancak... Bizimkiler top stop edemiyorlar. Top stop edemediği için bütün paslar yavaş veriliyor. Adamların paslarının yüzde 80'i şut gibiydi. Ayağını koyuyor 'tık' diye durduruyor. Göğsünü koyuyor, omzunu koyuyor, durduruyor. Hani bizde bu? Yok. Neden? Çünkü temel eğitim yapılmıyor.
BİR TÜRK TAKIMI VAR MI?
Bizim antrenmanlara git bak. Koşulur, ısınılır, ondan sonra ortada sıçan oynanır. Bu ülkede kaç kere gol kralı oldu Hakan Şükür... Topun altına nasıl vuracağını kimse ona öğretmedi. Çünkü onu bildiği kabul ediliyor. Her maçta da Hakan Şükür kaleci ile karşı karşıya topu kaptırıyordu. Çünkü topun altına vurmayı bilmiyor. Çünkü kimse öğretmiyor. Neden? Çünkü Türkiye'de temel eğitim yapılmıyor. Fundamental eğitimi yapılmıyor. Onu bildiklerini farz ediyorlar. Yaş gruplarına bakın. 12 yaş takımı antrenörü, oyunculara taktik öğretir. 3-5-2, 4-4-2, 4-3-3... Yahu dur, önce adama topu öğret! Fundamental'i bir öğret. Biri bana 'Ben fundamental antrenmanı yaptırıyorum' desin. Biri bana desin lütfen... Fundamental antrenmanının sonucudur Borussia Dortmund, Bayern Münih maçı... O futbolun onda birini oynayan bir Türk takımı var mı? Varsa bana gelsin, 'Biz oynuyoruz' diye... Futbolun nasıl hızlı ve nasıl sert oynandığını gösterdiler.
Kayseri Erciyes ve Çaykur Rize'nin ardından Torku Konya, Süper Lig'e yükselen son takım oldu.
Hayırlı olsun.
Üç takım da lige yeni bir soluk getirecek gibi görünüyor. Tabii Çaykur Rize'de sürpriz bir gelişme oldu ve Mustafa Denizli görevden ayrıldı.
O olayı yakından biliyorum. Mustafa Denizli'nin hatası, geçen sene Çaykur ile konuşurken, 'Biz bu takımı Süper Lig'e çıkartırız. Orada ne yapacağız' diye konuşmamış olması... Çaykur'dan teklif geldiği zaman Mustafa Denizli ile oturduk, konuştuk. "Hocam gitmeye niyetliyim" dedi bana... Ben de "Çok iyi yaparsın. Çünkü seninle ilgili eleştirmenlerin dillerinde pelesenk bir lafları var; 'Mustafa Denizli hep hazır takıma gider. Milli takım dahil. Kendisinin kurduğu, yarattığı bir takım olmadı.' Şimdi Çaykur'u alırsın, Süper Lig'e getirirsin, yerleştirirsin, Avrupa'ya oynatırsın, şampiyonluğa oynatırsın. Zaman içinde... Devamlılık olur. Kocaeli'ndeki hatanı yapma... Nereden, ne teklif gelirse gelsin, bırakıp kaçmayacağın bir Rize'ye git. Bunu da onlara anlat" dedim. Çaykur Rize, Süper Lig'e çıktıktan sonra, Mustafa Denizli bir proje koymuş ortaya... 'En az Avrupa'ya gitme hedefi için oynayan bir Rizespor ve bütçesi de bu...' Kulübün projesi ise küme düşmeyecek bir Rizespor. Onun bütçesi de çok düşük. Mustafa Denizli, "Sizin bütçeniz çok düşük. Artıramıyorsanız yapacak bir şey yok ama ben kümede kalmaya oynayan bir takımla çalışmam mümkün değil" demiş. Karşılıklı teşekkür etmişler, el sıkışmışlar, ayrılmışlar. Ama diyorum ki geçen sene Rize'ye imza atarken bakın arkadaşlar, 'Biz bu sene geçeriz. Ben bu takımı yukarıya çıkarırım. Benim sorunum bu değil. Benim sorunum yukarı çıktığımız zaman ne yapacaksınız. Çünkü yukarı çıktığımız zaman benim hedefim takımı Avrupa'ya oynatmak. Bunun içinse şöyle bir bütçe lazım. Bu bütçeyi bulabilir misiniz, var mı? Varsa tamam... Yoksa kusura bakmayın' demesi lazımdı. Ya da o konuşmayı yapmadın. Takımı Süper Lig'e yükselttin. Adamlar dediler ki 'Biz bu sene kümede kalma imkanlarımız bu kadar. Kümede kalalım ama seneye bu imkanları konuşuruz.' Hayır bunlar da konuşulmamış. Mustafa Denizli bu durumda geçen seneyi kaybetti bana sorarsanız. Şimdi bu sene ne yapacağını iyi karar vermeli... Gelecek seneyi de içerecek şekilde... Çünkü şu görüntü Yılmaz Vural görüntüsü... 'Al bunu kümeye çıkar. Biz başkasını alalım!' Aslında Denizli bu değil... Mustafa Denizli katiyen bu değil... Çok iyi tanıyorum adamı... Ya gitsin şampiyonluğa oynayan bir kulüple anlaşsın ya da Anadolu'da hakikatten gelecek senenin imkanlarını da bu seneden konuşabilen bir kulüple anlaşsın.
***

ADAY ADAYI BiLE YOKTU

Trabzonspor'da oldukça çekişmeli geçen bir seçim sonunda İbrahim Hacıosmanoğlu başkan oldu. Trabzonspor kritik bir dönemden geçiyor. Hacıosmanoğlu neler yapabilir?
Trabzon'da yöneticilik yapmak zor. Kim olursa olsun zor. Trabzon küçük bir Anadolu kenti ama ne kadar çok grup var bilemezsin. Her mahallesi ayrı bir grup neredeyse... Maçta baktığın zaman tribünlerdeki ayrışmayı görüyorsun. Zor... Daha önce söylenenlerin çoğu seçildikten sonra unutuluyor, Hanya ile Konya'nın farkını işin başına geldiğinde anlıyorsun. Güzel bir seçim yapıldı. Kazananı da tanımıyorum, kaybedeni de tanımıyorum. Hiçbir fikrim de yok. Onun için uygulamaları beklemek lazım.
Beşiktaş da seçim sürecine girdi. Fikret Orman ile Serdal Adalı başkanlık için yarışacak gibi görünüyor.
Fikret Orman'ın söylediklerini okudum. Büyük gerçek payı var. Fikret Orman, Beşiktaş'a başkan olduğu zaman ortada aday adayı dahi yoktu. Fikret Orman "Şimdi adaylar çıktığına göre demek ki durumu epey düzeltmişiz" diyor. Haklı olabilir. Demek ki Beşiktaş'ı yeniden birilerine cazip hale getirdi.
***

ÖNCE EMRE'NiN KADIKÖY'DE YAPTIKLARINA BAKSINLAR
Trabzon'u mağlup eden Fenerbahçe, bu yıl da Türkiye Kupası'nın sahibi oldu. Tribünlerde ve Zokora ile Emre'nin arasında gerginlikler vardı.
Gergin maç olması doğal ama beklenenin çok altındaydı. Ortada Fenerbahçe'ye mi, Trabzon'a mı gideceği belli olmayan bir kupa var. Hala belli değil. 'Türkiye Futbol Federasyonu'nun beceriksizliği, yeteneksizliği, eyyamcılığı' ne dersen de... O yüzden Fenerbahçe ile Trabzon'un arası gerildikçe gerilmişken bu koşullarda bir maçın böyle oynanması olumlu bence... Emre ile Zokora'nın arasındaki olaylar da tahminlerin çok altında cereyan etti. Daha tatsız şeyler olabilirdi ki bence en tatsız olanı maçtan sonra Emre'nin yaptığı konuşmalardı.
"Bu ülkenin biricik evladı Zokora'ya laf söylemek ne haddimize" diyerek kendisiyle ilgili eleştirilere göndermede bulundu.
Orada en azından özür dileyebilirdi. 'Ben kendimi kontrol edemeyerek hata yaptım. Görüyorsunuz Zokora da kendini kontrol edemedi' diyebilirdi mesela... Ama işte Emre hala kendi yaptığından habersiz. Bunların üstüne gitmenin gereği yok. Olmuş bitmiş, kapanmış. Yaraları yeniden deşmenin kimseye faydası yok.
Zokora'nın Emre'ye yaptığı sert hareket kırmızı kart gerektirir miydi?
Şimdi başta Emre olmak üzere bunu tartışanların, bu tartışma hakkının doğması için Saracoğlu Stadı'nda Emre'nin neler yaptığına ve hakemlerin verdikleri kararlara bakması lazım. Pozisyon pozisyon inceleyip o zaman hakemler neler yapmış? Emre'ye böyle pozisyonlarda sarı kart bile çıkartmamış, hatta faul bile vermemiş hakemler var. Onları tartışmış mı benim medyam! Şimdi utanmadan bunu tartışıyor!
ZENCİLER KISKANILIR

Türkiye'de 'zenci' diye bir problem yok. Türkiye'de 'zenci' lafı 'ırkçı' bir laf değildir. Türkiye'de 'zenci' lafı yoktur. Türkçe'de 'Arap' lafı vardır. Zenciye biz 'Arap' deriz. Yani Amerikalıların, İngilizlerin kullandığı, 'nigger' karşılığı olan laf bizde 'Arap'tır. Ama Anglosakson dilinde hakarettir; bizde 'Arap' sevgidir. 'Arap bacı' dediğinde Dursune Şirin gelir gözünün önüne... Türk sinemasında en iyi kalpli, en tatlı, 'Keşke bizim de böyle bir dadımız olsa' dediğimiz biri gelir. Türkiye'de zenci erkekler hep sevilmiştir hep sayılmıştır hatta cinsel güçleri dolayısıyla hep kıskanılmıştır. Türkiye'de zenci olmak iyi olmaktır. Aşağılık değil. Ama Avrupa'da yaşamış Avrupa'dan gelmiş bir zenci için 'zenci' lafı en büyük hakarettir. Emre'nin 'zenci' demesinin Türkçe olarak anlamı başka, Zokora'nın, Türkiye'de yaşamamış, yetişmemiş, büyümemiş bir zenci olarak algılaması başka... Zokora'ya duyduğu en ağır hakareti etti Emre... Bu şartlarda karşı karşıya geliyorlar. Kendinizi onun yerine koyduğunuz zaman adamın öfkeli olması normal. Bir de Emre bununla ilgili herhangi bir özür dilemedi. Duyan var mı, gören var mı? İnkar etmeye kalktı. Dudak okumayla söylediği ortaya çıktı. 'Kardeşim ben böyle öfkeli bir adamım. Hırsıma kapılır konuşurum. Türkçe'de böyle 'zenci' diye bir şey yoktur, hakaret yoktur' demedi. Adam bütün o öfkesiyle bu maça geldi.
Röportaj: Bülent CAN

DİĞER HABERLER

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.