Şu bizim Pereira!
Fenerbahçe'nin teknik direktörlük koltuğuna Vitor Pereira'yı oturtması geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan konusuydu. Adı geçen anlı şanlı teknik adamlardan sonra, Pereira ismi pek çok futbolsevere hayal kırıklığı yaşattı. Bu hayal kırıklığında, hoca transferini bir buçuk ayda bitiremeyen ve kapıyı "Bielsa seviye"nden açan Ali Koç'un katkısı büyük oldu. Başkan bu anlamda geçmişten gerekli dersi alamadığını gösterdi. Söylem ve eylemleri maalesef hala birbirini tutmuyor. Gelelim Pereira'nın teknik direktörlüğüne… Ne yazık ki futbol kamuoyumuzda ön plana çıkan "kendini olduğundan fazla görme" hali Portekizli teknik adamı hedef tahtası durumuna getirdi. Arkadaş, burun kıvırdığınız adamın 2 Portekiz, 1 Yunanistan,1 Çin Ligi şampiyonluğu var. Kupa vs. saymıyorum bile. Elbette Perreira'nın önceki dönemde Lig ve Kupada ikinci sırada kalması olumlu bir referans olarak görülmeyebilir. Ne de olsa elindeki kadro fazlasıyla genişti. Ama eleştirilerin geldiği yerleri okuyunca şaşırmadan edemedim. "Antrenman bilimine inancı yok, takımı böyle çalıştırırsa sakatlıklar çok olur" gibi sözler havada dolaşıyor. Üstelik bunları meslektaşları söylüyor. Peki, bu işi çok bilen hocalarımızın takımlarında fizik kapasite neden yerlerde sürünüyor? Ligimizde futbol neden adeta yürüyerek oynanıyor? Neden Löw'den, Mancini'ye, Delbosque'den, Petkoviç'e kadar "tu kaka" ilan ettiğimiz teknik adamlar, ülkemizden ayrıldıktan sonra çok başarılı işler yapıyor? Vitor Pereira'ya zaman tanımak zorundayız. Bakalım söylediği gibi yarım kalan işini tamamlayabilecek mi? Bakalım aradan geçen beş yılda kendini geliştirebilmiş mi? Bakalım elindeki kadro ile doğru oyunu bulabilecek mi? Hepsini izleyip, göreceğiz. Ama önce bir zahmet bekleyeceğiz.
ANNEME SPiKER OLDUĞUMU SÖYLEMEYİN…
Başlık malum kitaptan alıntı…Neden bu konuya girdiğimi tahmin edersiniz. Oraya geleceğim. Ama önce bir durum tespiti yapalım. Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil. Bari "spikerler ne yaşıyor?" Birkaç kelimeyle anlatmaya çalışayım. "Canım işte bedavadan maçlara gidiyorsun, gördüğünü anlatıyor üzerine bir de para alıyorsun" diyeni bile duydu bu kulaklar. Heyhat! Her şeyden önce hakem gibi, spikerin de taraftarı yoktur. Özellikle yurt içi maçlarda yenilen takımın taraftarı mutlaka anlatıcıdan dert yanar. (Küfür konusuna hiç girmiyorum) Söylediğin her kelime mercek altına alınır. Göz önünde olmayan bütün iş kollarında insanlar işlerini, öğrenciler derslerini dört dörtlük yapıyormuş gibi, aynı mükemmeliyet spikerden beklenir ve en küçük hatası bile mazur görülmez. "Tonla para alıyorsun, yapacaksın kardeşim" denir. Sanki bayramda, yılbaşında, hafta sonunda şehir şehir gezip, otel odalarında sabahlayan maaşlı çalışan değilmiş de; bol sıfırlı ücret alan bir dizi ünlüsüymüş muamelesi görür. (Sektördeki maaş ortalamasını söylemeye dilim elvermiyor) Statlarda küfür yer, yağmur yer, güneş yer ama yemek yiyecek vakit bulamaz. Maç önü, ortası, sonu derken kulağında yayın aracının, rejinin komutları olduğu halde üç, dört saat durmadan konuşur. Maç anlattığı yeri çoğu zaman kendisi silip, temizler. Stat inşaatları, "spiker nasıl maç anlatacak?" diye düşünülmeden yapıldığından, köşe gönderi ya da taç çizgisini görmek için maçı ayakta anlatmak zorunda kalır. Anlatım yeri de çoğu zaman sahaya en uzak noktadır. Maç bitiminden onlarca dakika sonra karanlıkta stadı terk ederken artık sırtındaki gömlek terden sırılsıklamdır. Ama soyunma odasına değil, bir taksi bulup otel odasına kendini atabilmek ve duş alıp ertesi gün anlatacağı maça hazırlanmak vardır kafasında. Bunca şeyi hafta içinde meslek büyüğümüz Levent Özçelik'in yaptığı hatadan sonra yediği linç nedeniyle yazmak istedim. Geçtim sıradan izleyiciyi, medya mensuplarından bile rahatsız edici sözler duyup ne kadar acımasız olduğumuzu görünce belki işin perde arkasını anlatabilirim diye geçti aklımdan. Levent ağabeyi savunma kaygısında değilim, biraz yapılan işin iç yüzünü anlatmak ama daha önemlisi ne zaman bu kadar tahammülsüz, duygusuz ve empati yoksunu olduk onu sorgulamak istedim. Ne diyebilirim ki? Yazık.
GÜNEŞ'İN ÖZ ELEŞTİRİSİ
Şenol Güneş Galler yenilgisinden yirmi iki gün sonra basının karşısına çıkıp, Euro 2020 hakkında kapsamlı bir basın toplantısı düzenleyerek, soruları cevapladı. Özetle, "doğruları sürdüreceğiz. Eksik ve hataları gidermek için var gücümüzle çalışacağız" dedi. Ekibinde değişikliğe gideceğinin sinyalini verip, Emre Belözoğlu ile görüştüğünü söyledi. Kamp döneminde oyuncuların aralarında ya da kendisiyle bir sorun yaşamadığının altını çizdi. Genel anlamda hataları olduğunu kabul edip, bu oyunculardan vazgeçmeyi düşünmediğini söyleyerek özeleştiri yaptı. Özeleştiri önemlidir. Çünkü insanlar genellikle kendilerinde aramaya cesaret edemedikleri hataları, başkalarında çok kolay bulurlar. Şenol Hoca da çoğu yurt dışında oyn ayan, her biri potansiyelli oyunculardan neden doğru bir oyun çıkaramadığını ve taktik disiplin sağlayamadığını tahlil edip, ders çıkarmak zorunda. Ona yönelik ciddi eleştirilerim var. Ama 1 Eylül'de tekrar başlayıp, 16 Kasım'da bitecek Dünya Kupası Eleme maçları için bu kadar kısa süre kalmışken bir hoca değişikliğine gitmenin faydadan çok zarar getireceğini düşünenlerdenim. Yabancı hoca için vakit yok. Maçlara neredeyse bir buçuk ay kalmışken yeni bir yerli hoca arayışı ne kadar sağlıklı olur? Bu takımı Avrupa Şampiyonası finallerine götüren de, Dünya Kupası elemelerinde lider olmasını sağlayan da Şenol Güneş. Uluslar Kupası'nda küme düşüren ve Euro 2020'den puansız dönen de o. Özetle, Güneş döneminde iki uçta da deneyimler yaşadık. Ben Euro 2020 felaketinin, Dünya Kupası Elemeleri için bir şansa dönüşebileceğini öngörüyorum. Ne demişler? Her şeyde vardır bir hayır. Güneş son bir şansı hak ediyor.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.