Fenerbahçe maç kaybedebilir ama Galatasaray, maçlarının tamamını kazanabilecek mi?" demiştiniz. Galatasaray, Antalya'da puan kaybetti. Bu, söylediğiniz maçlardan biri miydi? Eksikler nelerdi?
"Kapanacak fark, 8 puan değil. Çünkü 8 puan hesabı, Galatasaray'ın ikinci devrede 'hiç puan kaybetmeyeceği' öngörüsüne göre yapılıyor.
Oysa Galatasaray, ikinci yarıda en az 8 puan kaybeder; yani kapatılacak fark, aslında 16 puan" dedim. Bu 8 puanın 4 puanını, daha dördüncü haftada kaybetti bile... Yani demek ki "Galatasaray, 8 kaybeder" şeklindeki tahminim iyimsermiş.
Efendim; gazeteler istatistiğe çok meraklı... '5 maçtır gol yemedi; 6 maçtır gol yemedi' diye yazıyorlar... Ben ne diyordum: "Galatasaray 'gol yemedi' değil; rakipler atamıyorlar.
Yoksa Galatasaray'ın, çok kötü bir savunması var. Çünkü bu savunma, kötü oynuyor; çünkü bu savunma, yanlış oynuyor.
Çünkü bu savunma, çizgi savunma yapıyor.
Alan savunması yapmıyor; adam marke etmiyor. Saha paylaşımı yapmıyor.
Böylece, Galatasaray savunmasından çıkan ikinci toplar, genelde rakip oyunculara gidiyor ve yeni bir hücum olarak Galatasaray'a dönüyor."
5 KiŞi BiRDEN GERiDE
Aynı tablo, Antalyaspor maçında da vardı.
Galatasaray 18 çizgisinin üzerinde bir tane beyaz var; etrafında 5 siyah (Galatasaraylı) var. Bir kişi için, 5 kişi geriye çekilmiş. O 5 kişi, kimseyi tutmuyor. O 5 kişi, sahada yer almıyor.
Orada bir çizgi gibi duruyorlar. Yayıncı kuruluşun çektiği çizgi gibi diziliyorlar. Yan hakeme kolaylık olsun, 'ofsaytı görsün' diye!..
Böyle bir savunma anlayışı, dünyada yok. Dünyada olmayan şey, bizde var; tabelaya bakıp, yazı yazmak... 'Galatasaray gol yemiyor' diye, 'Aslan gibi savunma yapıyor. Bak, Mancini geldi; Galatasaray'ın savunması sağlama alındı' yorumları yapıldı.
Her maçta; rakibin kaçırdığı goller, atamadığı goller göz ardı ediliyor. En basiti, Eskişehir maçı... Eskişehir, en az 4 tane atardı; hiçbirini atamadı. Galatasaray kurtarmadı; rakip atamadı ya da direkten döndü ya da direği sıyırıp dışarı gitti...
Muslera da gününde değildi. 2 değil; aslında 4 tane gol yedi. 2 şutu da yedi; seyrederek...
Onlar ters direği, arka direği sıyırarak dışarı çıktı. Muslera, öyle bakmıştı. Galatasaray, hezimete uğrayabilirdi. 1-0 öne geçme avantajına rağmen, Antalya maçı hezimet olurdu.
CHELSEA'Yi ELEYEBiLiR Mi?
Bu savunmayla, yani çizgi savunmayla oynadığı sürece de başarılı olamaz. Daha doğrusu, başarısı rakip takıma kalır. Rakip takım atamaz ve sadece yerse; Bursa, Beşiktaş maçlarında olduğu gibi olur. Rakip takım attığı zaman ise en hafifi, Antalya maçı olur.
Bu açıdan baktığımızda, Galatasaray aslında 1 puan kazandı; 2 puan kaybetmedi. Gol pozisyonlarında da pek üretken değildi.
Galatasaray için 1 puan mucize... Çünkü kötü oynayan, sadece savunması değil...
Bir ölçü vereyim: Antalya karşısında, Galatasaray'ın sahaya çıkan 11'i ile kenarda oturan 7 yedek oyuncusu ve tribünde oturan 5-6 kişiyi bir araya getirsek, futbolcu yeteneğine bakarak bir sıralama yapsak; Sabri, en sonda yer alan adamdır.
Sabri, Galatasaray'ın sahadaki en iyisiydi.
Sabri, bu senenin başından beri Galatasaray'ın en iyilerinden biri...
Çünkü öyle bir yürekle oynuyor ki, öyle bir Galatasaraylılıkla oynuyor ki; yeteneklerinin üstünde...
Sabri böyle oynadığı zaman, öbürlerinin harikalar yaratması lazım. Ama öbürleri o kadar gerideler ki bu Sabri, takımın en iyisi...
İşte ölçü bu... En iyi oyuncusu Sabri olan Galatasaray, Chelsea'yi geçebilir mi?
Sabri'nin futbolcu yeteneği, 5... Ama sergilediği oyun, 7... Hatta, Antalya maçında 8...
Bakma sen Erman Toroğlu'nun "Mancini, Sabri'ye ne kadar dayanacak!" dediğine... Galatasaray'ın en iyi ve örnek oyuncusu Sabri...
Şu anda ben, bir Galatasaray 11'i yapsam; önce Sabri'yi koyar, yanına da 10 kişi yazarım.
Antalya karşısında, "Nasıl tahammül etti?" denilecek adam Sneijder'di; mesela Selçuk'tu...
Drogba da kötü futboluna devam ediyor.
Allah'a şükür; nihayet Drogba'ya tahammül edemedi. Ama yine de çok sabretti. "Aklımı seveyim" diyen Ünal Aysal Başkanım; Drogba'yı, Sneijder'i seyretti mi acaba!.. Bir gün önce, Fatih Terim'e 'inat olsun' diye almadığı Alper'i seyretti mi?
Şimdi Ünal Aysal'ın aklını sevmek mi lazım; yoksa o akla şaşmak mı lazım!
Bu sezon 6+0, seneye 5+0 kuralı varken; Alper gibi bir adamı değil de Drogba gibi futbol hayatının sonunu yaşayan bir adamı, sırf 'reklam olsun' diye aldı.
Elindeki yabancıları oynatamamanın sıkıntısını yaşarken; bu senenin haziran ve ocak transferlerinde, takıma bir yığın yabancıyı doldurdu. Bunlar, intihar transferleri...
Burdisso'nun, Telles'in, Hajrovic'in; nasıl oyuncular olduklarını tartışmıyorum bile...
Sen Riera'yı oynatamıyorsun, Eboue'yi oynatamıyorsun, Dany'yi en büyük rakibin Beşiktaş'a vermek zorunda kalıyorsun; sonra gidip, ne olduğu belli olmayan adamlar alıyorsun!
Yani haziranda aldığın Bruma'yı oynatamamışsın; ocakta Telles'i alıyorsun, Hajrovic'i alıyorsun. Nerede oynatacaksın; nasıl oynatacaksın?
Bu kadar kötü, bu kadar sorumsuz, bu kadar anlamsız bir transfer politikası yürütülür ancak!.. Bu politikayı yöneten adam da "Aklımı seveyim" diyor ve koca Galatasaray Kongresi, o aklı seviyor.
Bir Adnan Öztürk vardı itiraz eden; o da sustu. Muhalif ses de çıkmıyor Galatasaray'da...
Çıt yok! Herkes halinden memnun!
UTANMADAN 2 YILLIK SÖZLEŞME iSTiYOR
Drogba'nın, oyundan alınmasına verdiği tepkiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Kenara alındığı için oldukça bozuldu ve Roberto Mancini ile Tugay Kerimoğlu'nun kendisine uzattığı elleri, es geçti.
Bozulur tabii; bozulmaz mı? Geldiği günden beri; sahanın içinde, dışında, soyunma odasında, seyircinin önünde -tövbe yarabbi- 'Ben bu takımın Allah'ıyım' der gibi davranan bir adam!.. Bunların hiçbirine ses çıkarmazsan; Tugay'ın elini niye sıksın! Mancini'ye parmak uzattı; yine ona şükret.
Utanmadan, iki senelik sözleşme ve eşek yükü ile para istiyor Galatasaray'dan!.. Bunu isteyen adam, sahada kendini gösterir ve tribün ayağa kalkar; 'Bu Drogba'nın sözleşmesi nasıl uzatılmıyor' diye... Tenezzül edip, topa vurmuyor!.. Ondan sonra da çıkarken, hocalara hava atıyor. Cehenneme kadar yolu var!..
Galatasaray'da otorite olsa; verir eline pasaportu, hemen gönderir. 'Hadi yallah!' diye...
Drogba yok, Sneijder yok, Selçuk yok.
Geçen gün gazetede okuyorum; inanamadım!
Galatasaray yönetimi, bu takımın gece hayatına bir çare bulmak zorunda...
Burak ile Selçuk, sabah saat 9'da buluşmuş.
Saat 10'da kahvaltı etmişler. Saat 10'da kahvaltı ederken fotoğrafları var.
Saat 10'da kahvaltıda buluşmak için, 9'da kalkmış olmak lazım. Daha erken değil; 9'da uyandıklarını farz ediyorum. Ayrılma saatleri, sabaha karşı 4!.. Eve gitti, duş yaptı, uyudu; saat 5 oldu. 24 saat içindeki uyku saatleri, 4!.. O gün antrenmana çıkacaklar.
4 SAAT UYUMUŞLAR
Saat 4'te kulüpten çıkıp eve giden adamlar, 4 saat uyuyacaklar -5'ten 9'a kadar- sonra antrenmana gidecekler! O antrenmandan hayır gelir mi? Bin defa dedik ki 'Maç gecesi gezmeyin.' Ondan sonra, sahada yürüyorlar; biraz zorlandılar mı sakatlanıyorlar! Bir başıboşluk, bir laubalilik, bir sahipsizlik...
Maç dönüşü, Bülent Tulun hedefteydi ve fiili bir saldırı yapıldı.
Bülent Tulun, Almanya'daki futbolcu araştırma ekibinin başına geçirildi. Takımı, Antalya'ya Bülent Tulun götürüyor. Antalya Havaalanı'nda karşılamaya gelen Galatasaraylılar, Bülent Tulun'u yuhalıyorlar. Dönüşte, havaalanında gene aynı Bülent Tulun meydanda; bu defa yumrukluyorlar bir de!..
Bu rezillikleri görmezden gelen Galatasaray yönetimi, bildiriler yayınlayarak Fenerbahçe'ye laf yetiştirmeye uğraşıyor...
Galatasaray'ın kendi iç durumu; utanç verici, yüz karası... Baştan aşağı, A'dan Z'ye her şey bozuk gidiyor. Ama işte bunlar, sadece gol yediğin zaman, puan kaybettiğin zaman konuşuluyor Türkiye'de! O zaman da yarım yamalak!..
Şimdi bütün bu spor medyası, Fenerbahçeli olduğunu fena halde ortaya koydu ya 'O kadar da değil canım' demeleri lazım. Bakıyorum; yüklenemiyorlar Galatasaray'a!
Vicdanları el vermediğinden değil; politikaları gereği, 'Bakın canım, biz Galatasaray'ı da tutuyoruz gerektiğinde' diyebilmek için...
BASKI ALTINDA DEĞiLDi
Galatasaray'da karşılaşma öncesi, 'hakemin baskı altında kaldığına' yönelik endişeler vardı. Tartışılan pozisyonlar var. Siz, Halis Özkahya'yı nasıl buldunuz?
Aradığın zaman, her maçta bir şeyler bulursun.
Bu maçın hakemi, benim fazla dikkatimi çekmedi. Normal yönetti maçı...
Kasıtlı ya da baskı altında değildi.
Hafta sonu, Galatasaray-Beşiktaş derbisi var. Nasıl bir maç bekliyorsunuz?
Türkiye'de her maç torbadan çıkıyor; tombala!..
Çünkü hiçbir takımın istikrarlı bir futbolu yok; istikrarlı bir oyunu yok. Her hafta 'ne tutarsa' oynuyorlar.
Onun için, bana herhangi bir maçın tahmini ile ilgili bir soru sorduğunda, alacağın cevap değişmez. 'A Takımı 6-0 kazandı' desen şaşırmam, 'B Takımı 6-0 kazandı' desen şaşırmam; 'Maç 0-0 bitti' desen, gene şaşırmam.
***
iKiNCi ASLI CiNAYETi
Mısır'da düzenlenen Afrika Kupası'na katılan Seyithan Akbalık, müsabaka esnasında fenalaşarak yaşamını yitirdi. Elim bir olay... Daha sonra, sporcunun kalp rahatsızlığı olduğu ortaya çıktı. Buna rağmen yarışmaya katılması ve tekvando gibi bir sporu yapması doğru mu?
Kalp rahatsızlığı varsa ve ilaç kullanıyorsa, ortada ikinci bir Aslı (Nemutlu) cinayeti var. Federasyonun ihmali yüzünden kayakçı Aslı nasıl öldüyse, bu da aynen öyle ölmüştür; federasyonun ihmali yüzünden...
Tekvando, tekmeye dayalı bir spor... Bütün puanını tekmeye dayalı alıyorsun. Dünyanın en sağlam kalpli adamının, kalbinin üstüne tekme atın; o adam, o an kalp krizinden ölebilir.
Kalbi duran insanlara, kalp masajı yapılır. Bir eli kalbin üstüne koyarsınız, öbür eli de onun üstüne koyarsınız; aşağı küçük darbeler vurursunuz.
Orada ilk öğretilen şey, 'Aman! Bu darbeleriniz ölçülü olsun ve her seferinde, neticeyi bekleyin. Ondan sonra yeni darbe vurun.' Çünkü vurduğun darbeyle kalp çalışmaya başlamışsa; arkadan gelen darbe, çalışan kalbi yeniden durdurabilir. Ondan sonra, bir daha kurtaramazsın. Ben biliyorum bunu... Hayatımda kimseye, kalp masajı yapmadım. Çünkü bu her yerde öğretilir. Okulda öğretilir, gazetede öğretilir, dergide öğretilir, kulaktan kulağa öğretilir; öğretilir oğlu öğretilir.
DARBE HASSAS OLMALI
Ağızdan ağza nefes vermek için darbeyi yaparsın, nefesi üflersin, dinlersin; 'kalp çalışıyor mu' diye... Çalışmıyorsa bir daha; çalışmıyorsa bir daha...
Ama 'ben bu kalbi çalıştırayım' diye, dinlemeden 'tak tak tak' yaparsan; belki adamı diriltir ve yeniden öldürürsün. Haberin bile olmaz. Kalbe yapılan darbe, o kadar hassas...
Tekvando tekmesi, akıllara seza!.. Tuğlaları, çelikleri, demirleri kıran, büken bir tekme bu!.. Bu darbeyi, kalbinin üstüne alırsan gidersin arkadaş!
Ben herhangi bir dostumun, arkadaşımın, akrabamın; tekvando yapmasına katiyen razı olmam.
Bu lafıma, tekvandocular kızacaklar.
Ama ben boks sporunu ve bu tekmeye, tokada dayalı, öldüresiye sporları sevemedim arkadaş!..
Röportaj: Bülent CAN