Bu hafta Cüneyt Çakır ve Yunus Yıldırım, hep eleştirilen hakemler oldular. Siz verdikleri kararları nasıl değerlendiriyorsunuz? İki tane verilmeyen penaltı tartışılıyor...
İki penaltı da tartışılır. Fenerbahçe lehine olan penaltıda, Yunus Yıldırım'a söylenecek hiçbir laf yok. Neden? Çünkü 1 metre mesafede, pozisyonun olduğu bölgede 6. hakem var. Yunus uzakta… Topun yön değiştirmesi de yok olayda. Temas olabilir de, olmayabilir de. Onu en iyi durumda görecek adam da orda zaten. O hakem, penaltıyı vermedikten sonra, uzaktaki hakemin 'Ben gördüm' demesi yanlış olur. Yunus Yıldırım'ın, orda bir hatası yok. 6. hakem niye vermedi; onu da tartışmak lazım. Çünkü bu elle oynamalarda, penaltı kararı daima tartışılır. Elin durumu, kasıt durumu, o durumu, bu durumu; bin tane durum var. Bana, verilen ya da verilmeyen bir tane penaltı pozisyonu söyleyin ki tartışılmasın; ittifak edilsin. Burada bütün mesele şu: Fenerbahçe aleyhine böyle bir karara, kimse alışkın değil. O pozisyon öbür tarafta olsaydı ve verilmeseydi, gazetelerde bugün satır geçmezdi. Ben, 'geçerdi' diyen gazeteci göremiyorum. Her hafta, meydan okuyorum. 'Evet; biz Fenerbahçe'nin lehine durumlarda itiraz ettiğimiz gibi, Fenerbahçe'nin aleyhine durumlarda da böyle itiraz ettik geçmişte Hıncal Efendi! Sen ne diyorsun!..' diye bir sayfa koysunlar benim önüme, göreyim ya da televizyondan bir alıntı yapsınlar, göreyim. Galatasaray'a gelince; yüzde yüz tartışmaya açık bir pozisyon. Erman (Toroğlu) hocanın sevdiğim bir lafı vardır; "Versen de kimse bir şey demez. Öyle bir pozisyon ki bu; vermesen de kimse bir şey diyemez" diye… Tamamen öyle bir pozisyon. Pozisyonun içindeki Galatasaraylı kim; Burak. Kusura bakmasın; Burak Yılmaz, bu ülkede penaltı almak, frikik almak, rakip attırmak uğruna her şeyi yapanların başında gelen bir adam değil mi? Ben hakem olsam, penaltı vereceğim bir pozisyonda 2 kere düşünürüm. Pozisyonun içinde Burak varsa, 22 kere düşünürüm. Çünkü o penaltı kararı, sadece penaltı kararı değil; kaleciyi de atacaksın. Şampiyonluk mücadelesi veren iki takımdan birinin, rakibinin işini bitiriyorsun. Kalciyi atmak, Egemen'i atmaya benzemez. İdam kararı!.. Böyle bir kararı akşam televizyonda seyrederken, 'Vay, Burak kandırmış beni' demektense; 'Görememiş, yorumlayamamış' demelerini tercih ederim ben hakem olsam. Aynen Cüneyt Çakır'ın yaptığı gibi, 'devam' derim. Burak, kabahati biraz kendisinde arasın; futbolu mertçe oynamayı öğrensin.
DROGBA BUNU YAPMAZ
Hakem demeli ki 'Burak düşüyorsa, doğrudur.' Ben G.Saraylı iki adamın düşmesine, yarım metreden iki gözümle görsem inanmıyorum. Burak bir, Eboue iki… Aynı pozisyona, Drogba düşer mi? Gider; golü atar. Çünkü adam, İngiliz futbol felsefesiyle yetişmiş. Fildişi Sahili'nde ne oluyor; bilmiyorum ama İngiliz futbolunda ne olduğunu biliyorum. Bir defa İngiltere'deki adam, pozisyonda penaltı varsa; hakemin onu, nasıl olsa vereceğinden emin. 'Ben düşsem de, düşmesem de… Onun için ben, her ihtimale karşı gideyim' diye oynar. 'Atabilirsem, atarım.' Burak öyle değil. Burak kaleciyi geçtiği halde, 'Kaleciyi de attırayım oyundan' diye oynuyor.
***
BiZi SOÇi'DE GÖRÜN DEMEKLE iŞ BiTMiYOR
Kış olimpiyatlarını nasıl buldunuz? 6 sporcu ile katıldık. Maalesef Kelime Aydın Çetinkaya, 61 sporcuda 61. oldu.
Onun gerçekten bir önemi yok. Çünkü o yarışa, girmiş olsun diye girdi. O kızın, zaten kendi dalı değil. Kış Olimpiyatları'nda önemli olan şey şu: Erzurum'daki üniversite oyunlarında, bu kadar yatırım yapılırken neler söyledik biz? 'Bu bir Soçi hazırlığıdır. Soçi'ye gidecek takımı göreceksiniz.' O zamanki kayak yöneticilerinin, beden terbiyesi yöneticilerinin ve spor bakanlarının laflarını şöyle bir hatırlayın. Kaç sporcu gitti Soçi'ye ; sadece altı. O zaman niye biz Erzurum'da bu kadar palavradan salladık; 'göreceksiniz, edeceksiniz' diye... Madalyonun bir tarafı bu. Çevirin öbür tarafını. Geçen hafta A Haber'e çıktığımda, 2 isim söyledim: Biri Alper, biri Alisa. 'Bu isimleri tanıyan var mı?' dedim. Benimle beraber programa katılan 3 arkadaşım dâhil, -orda bir sürü kameraman falan var; dolu stüdyo- tanıyan tek 1 kişi çıkmadı. Dedim ki '10 gün sonra bu iki isim, Türk sporu adına bir tarih yazacaklar. Soçi'de Türkiye, tarihinde ilk defa buz dansında temsil edilecek. Ve dans edecekler, bunlar… Alper ve Alisa. Bugün bunu, bütün Türkiye'nin ezbere bilmesi lazım. Benim kuşağımın tümü, olimpiyat meşalesi yakan Irina Rodnina'yı sokakta görse tanır. Alexander Zaitsev'le beraber Irina Rodnina'nın adını biz ezberledik. Çünkü o zaman; 'Çetin Çeki'lerin, 'Arman Talay'ların ve 'Kenan Onuk'ların yönettiği TRT, bunların her müsabakasını yayınlardı. Avrupa Şampiyonası yayınlardı, Dünya Şampiyonası yayınlardı, Olimpiyat yayınlardı ve gazeteler bunları yazarlardı. Türkiye, tarihinde ilk defa buz dansında olimpiyata katılıyor;Türkiye'de kimsenin haberi yok. Çünkü herhangi bir gazete iki satır yazmamış; herhangi bir televizyon iki dakika bahsetmemiş!.. Şimdi senin yönetimin, Erzurum'da üniversite oyunları yapıyor. Tonlarca para harcayıp, "Bizi Soçi'de görün" diye bir yığın palavra atıyor. İşte Soçi'de görüp göreceğin bu; medyada da tek satır yok!.. İşte iki numaralı gücün hali o; işte dört numaralı gücün hali de bu!.. O zaman neyi konuşuyorsun? '61. olmuş' da bilmem ne!.. Kimsenin Soçi'yle ilgili herhangi bir şey söylemeye hakkı yok Türkiye'de. Ben mümkün oldukça evde oturup, televizyondan izliyorum. Bir defa avantajlı bizim için. Çünkü aşağı yukarı aynı saat dilimindeyiz. Saatler denk geliyor; rahat rahat izleyebiliyorsun. İyi de yarışlar ve sürprizler oluyor; başından sonuna. Açılış töreni çok güzeldi. Fevkalade güzel bir açılıştı. Yani bir ülke, bir açılış töreniyle kendisini nasıl tanıtır; örneğini verdiler. Ne yazık ki TRT spikeri arkadaşım, dersini iyi çalışmamış. Soçi'ye gidiliyorsa, bu açılış törenlerinin bütün ayrıntılarını yayıncı kuruluşa verirler. Ben hep rahmetli Kenan'ın (Onuk) yanında otururdum. Her türlü bilgiyi, en ufak ayrıntısına kadar verirlerdi… Orada mesela, olağanüstü güzel bir bale sahnesi var. Bir kız var; dansçı… Petro'yu oynayan bir adam var; dansçı… Adımlarından, danslarından anlıyorum ki Rusya'nın, yani dünyanın en büyük dansçıları bunlar. O anlatan arkadaşımın elindeki bilgide de yazıyor onlar. Hangi balenin baş dansçısı olduğunun yazdığını, adım gibi biliyorum. Şöyle bir göz atsa, diyecek ki 'Bu Bolshoi'un, bu Saint Petersburg balesinin meşhur dansçısı falanca. 'Ya senin hiç alâkan olmayabilir, sen hiç merak etmeyebilirsin, hayatında baleyle alâkan olmayabilir ama seyirci içinde, bu manyak Hıncal Uluç gibi baleye meraklı bir adam var. Kim bu; öğrenmek istiyor. Olimpiyat bayrağını taşıyan insanları, doğru dürüst anlatamadı. Olimpiyat meşalesini taşıyanlar kimdir; doğru dürüst anlatamadı. Müthiş bir sahne var: Çaykovski'nin Kuğu Gölü Balesi.Kuğu Gölü, öyle bir bale ki, 'bale' demek dünyada… Dünyada bale, onunla anılıyor. Onun farkında değil!.. 'Çaykovski'nin Kuğu Gölü'nü dinliyorsunuz. Bu şey, onun yorumudur. Bakın; nasıl kuğular gibi dönüyor.' Yok!.. Böyle bakıyor; sessizlik... Herhalde o sırada kâğıtlardan araştırıyor. Bir olimpiyat açılışı ve olimpiyat kapanışı, dünyanın her yerinde bugüne kadar, -bütün televizyon istatistikleri gösterilmiştir- en çok izlenen bölümlerdir. Sen diyelim ki Kış Olimpiyatları'nda artistik patinajdan hoşlanırsın, ben atlamadan hoşlanıyorum; öteki slalomdan. Hepimiz kendi bölümlerimizi izleriz ama hep birden açılışı izleriz. Kendi bölümlerimizi izleriz ama hepimiz açılışı izleriz. Açılışın reytingi 3'tür; öbürlerinin reytingi 1'dir. Bu istatistik bu kadar açıkken, bu açılış ve kapanış törenlerini anlatacak arkadaşların, derslerini çok iyi çalışmaları lazım. Çok iyi çalışmaları lazım. Londra Oyunları'nda iyi anlattılar açılışı ama burada sınıfta kaldılar.
Röportaj: Yılmaz ŞENOL