Fenerbahçe'nin kendi evinde aldığı mağlubiyet, Galatasaray'ın deplasmanda ne büyük iş yaptığının anlaşılmasını sağladı. Yanlış anlaşılmasın, Kadıköy'deki mağlubiyete sevinenlerden değilim, Avrupa arenasında ülkeye puan getirecek her hamle benim nezdimde itibarlıdır ve saygıya değer. Ancak sürekli Galatasaray'ı, oyun sistemini, skorlarını eleştiren ve "Güçlü rakiple oynamadı" türünden hafifletici sebeplerle basitleştirmeye çalışanlara önerme olsun diye bu cümleyi kuruyorum. Bir takımın sürekli aynı çizgide mücadele etmesi kolay değil. Üstelik, oyuncuları sadece kendi takviminde değil milli takım mesailerinde uluslararası trafikte de yük taşıyorlarsa, bünyenin yorulması son derece doğaldır. Galatasaray takımının harika saha içi sonuçlarına rağmen futbolunda az da olsa bir düşüşün görülüyor olmasının en önemli sebebi fiziksel ve mental yorgunluktur.
Rijkaard'ın eseri Hatırlatmakta yarar var, rakipleri henüz plajdayken Avrupa kupası maçları oynamaya başlamış, iki haftalık aradan sonra yeniden futbol havası solumuş oyuncu topluluğundan bahsediyoruz. Üstelik bu topluluğun en önemli taşları haline gelenlerden pek çoğu da henüz ortalarda yoktu. Bir yandan sorunsuz bir Avrupa serüveni sürdürüldü, bir yandan adaptasyon dönemi halledildi, öte yandan uzun yıllardır rastlanılmayan muhteşem bir başlangıç izledik. Hem ligde hem de Avrupa'da üst üste harika sonuçlar alındı. Bu başarının en büyük pay sahibi kuşkusuz Rijkaard. Sanırım Türk basınındaki felaket telalığı yaparak şöhretini kazanmışları hiç okumuyor, iyi de ediyor ve bildiğinde ısrarcı oluyor. En kötü gününde bile hücum felsefesinden taviz vermiyor. Daha da önemlisi, takımda sağlamış olduğu adalet ve onun adaletine olan güven sahada tüm kareleri dopdolu dolduruyor. Adalet sadece mülkün temeli değil aynı zamanda futbolun da temeli. Aynı adaletin Kasımpaşa maçında da hassas terazide işleyeceğinden ve göz kamaştırıcı yolculuğun devamından hiç kuşkum yok.